Farklılıklara rağmen sevmek ne zordur bilir misiniz? Aynı olanla çabuk kaynaşır, hızla sarmaş dolaş oluruz. Çünkü benzerinde kendi yansımanı görmek kolaydır.Aynı filmleri izleyip, aynı kitapları okuduğunuzla, aynı müziği dinlediğinizle paylaşımınız da çoktur ve onunla arkadaş olabilmek bundan dolayı da daha kısa süre alır...Sevgi üretmek de zor değildir, benzerler arasında. Çünkü; karşında gördüğün zaten kendinden izler taşır, sana benzer ve insanoğlu en fazla kendini sevdiğinden ötürü de, bir benzerini de kolay sever...Zamanla fark edersiniz ki; aslında benzer olduğunuzu düşündükleriniz bile sizden çok farklıdır ...Benzemez birinin ne yüzündeki ışık, ne parmak ucundaki iz ötekine... Benzemez aslında bir diğerindeki ne bir çizgi, ne de bir kırışık bir diğerine...Benzemeyiz hiç birimiz, kardeş de olsak, aynı kandan da birbirimize...Aynı şeyler de olsa bizi ilgilendiren; sonra sonra görürüz ki, ilgi duyma nedenlerimiz ayrıdır... Aynı filmi izlediğinizde ikinizde beğenseniz de; haz alma sebepleriniz farklıdır...Aynı resme bakmaktan keyif alırsınız; ancak gördükleriniz, algıladıklarınız, hissettikleriniz ve o resmin size çağrıştırdıkları ve kattıkları ile benzerinize verdikleri başkadır...Çünkü: Dünya yüzeyine serpiştirilmiş altı milyar nüfusun tamamı her açıdan farklıdır...Duygu, algılayış, düşünce yapısı, değerler, yaşanmışlıklar, hisler, beklentiler, idealler, sevindikleri, mutsuz oldukları, kaşı, gözü, gülüşü, bakışı, parmak izi farklıdır... Ve siz de tam da bu farkların en fazla olduğuna, tutar aşık olursunuz...Belki de zaten bu farklılıklardır aşık olma da ki ana sebebimizdir... Siz ne dersiniz?Farklar çekime neden olur. Aynınızla beraberlik istemezsiniz. Çünkü bir benzeriniz sizi pekala yansıtsa da; tamamlayamaz. Aşk ise; bütünlenme itkisidir...Bir bilimsel teoriye göre: İlkel bazda, var oluşun devamlılığı için üreme güdüsünün tetiklenmesi uyarınca kimyasal bazda kanımıza enjekte edilen farklı hormonların etkisinde geçirilen sürece; aşk denir. Bundan ötürü de sizi tamamlayacak olan, eksik bulduğunuz özelliklerinizi gidereceği güdüsüyle biolojik olarak yöneldiğiniz fiziksel, ruhsal ve duygusal kutbunuz olanı çeker ve onun tarafından da çekilirsiniz.Farklılıklardır; soyu çeşitlendiren, dünyayı renkli ve benzersiz kılan...Kendini tekrar eden hiç bir varlık gelişim kaydedemez. Varoluşun mükemmeliyete doğru taşınabilmesi içinse gelişim gerek şarttır. Çeşitlilik ve farklılık olmaksızın da, gelişim mümkün olamaz.Aşkta da, farklılıklar maksimumda olduğunda; aşık olunan gözde büyür, ulaşılmaz gibi gözükür ve bu yönelim tutkuya dönüşür. Erişilebilirliği hissedildiğinde, çoğunlukla düşüş trendine giren hislerimizin de sebebi ekseriyetle budur. Çünkü kolay erişilebilir olan zayıf; zayıf olan soyun devamlılığı için kalitesiz olandır. Evrimsel bazda bakıldığında, en çok yorularak elde edilen av; aynı zaman da en güçlü yapıya sahip olan soydandır. Güçlü olan o dur, hayatta var kalabilecek de olan o olacaktır. Canlı soyunun devamlılığında da, asıl olan budur.Biz sadece aşık olup duygularımızı yaşarken; içeride, bizden habersiz çalışan ilkel yanımızın ne kadar belirleyici olduğuna dair çok daha fazla örnek vermek isterdim. Ancak, konu aşk olduğundan, onu tüm romantizim ve duyarlılık örtülerinden sıyırarak tamamıyla mercek altına alıp bir anlam da da mekanikleştirmemek adına, şimdilik burada bırakmayı tercih ediyorum."Aşkın; türün biyolojik aldatmacasından başka bir şey olmadığı" savını tüm çıplaklığı göğüsleyebilecek denli gözü kara olanlarınız içinse önerim: "Aşkın Metafiziği" isimli Arthur Schopenhaureserini okumaları olabilir. Schopenhaure bu eserinde aşkı, cinsel sevgi ile bir tutar ve insanın kişisel olarak kendi dışında bir yerlerde ve çok önceleri yazılmış olan bir oyunun çaresiz ve aktif olmayan, bir nevi edilgen aktörü olduğunu savunur. Ve eserinde ortaya koyduğu tüm tezleri de, yine bunu destekler bazda gelişir ve yapıtı bunun bir anlamda kanıtlanması üzerinedir...Yazarın analizlerinden yola çıkarak ortaya attığı tezi özetle: Kadınların erkeklerde kendilerinde bulunmayan özellikleri aradığı, çok büyük aşkların çok büyük hüsranlarla sonlanacağı, aşkın gözünün bir nevi kör olduğu, bir aşkta beklenilenin entellektüel bir diyalogtan çok hayvansal içgüdülerin tatmini doğrultusunda olduğudur. Bunun yanısıra Schopenhaure yapıtında; erkek ve kadın sadakati üzerine biolojik bazda analizlere de yer vermiştir: Erkeğin aşkı; doyuma ulaştığı andan itibaren azalırken, kadınınkinin artmaya başladığını söyler ve şöyle devam eder: "Erkek değişiklik ister ve bu doyum anından sonra, doyduğu kadından başka tüm kadınlar tarafından daha fazla çekilir. "Ayrıca erkek, kendisine yeterince kadın sunulduğu takdirde, yılda yüz çocuk yapabilir, oysa kadın istediği kadar çok erkekle birlikte olsun, yılda sadece bir çocuk meydana getirebilir. Ve bu nedenle de; erkeğin gözü hep dışarıdadır, kadın ise erkeğe doyum anından sonra sımsıkı sarılır. Bu biyolojik sebebten ötürü de, erkeğin eşine sadakati yapaydır. Kadınınki ise doğası gereği. Dolayısıyla da kadının ihaneti, erkeğinkinden çok daha az bağışlanabilir bir ihanettir. "
Son düzenleme: 28 Haziran 2009