arkadaşlar bana e-mail yoluyla gelen bir yazıyı sizinle paylaşmak istedim..
bir ingiliz filoloğu olarak daha önceden bildiğim bazı bilgiler vardı ama bu yazıyla yenilerini de öğrendim..
okuyunca siz de şaşıracaksınız..ve artık bizim için klişe haline gelmiş olayların kaynakları hakkında bilgi sahibi olucaksınız..
mesela..
düğünlerde gelinler neden ellerinde çiçekler taşır?
cevap?
aşağıda
AŞAĞIDAKİ YAZI ALINTIDIR.
Bir dahaki sefer ellerinizi yıkarken suyun sıcaklığı tam istediğiniz
gibi
değilse eskiden İngiltere'de bu işlerin nasıl yapıldığını düşünün.
1500'lerde İngilterede işler şöyle yapılıyordu:
Insanların çoğu Haziranda evleniyordu Çünkü senelik banyolarını Mayıs
ayında
yapıyorlar, Haziranda hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de kokmaya
başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak
amacıyla
ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.
Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana
geliyordu.
Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonra
oğulları ve
diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak da
bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale
geliyordu ki
içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. Ingilizcedeki banyo
suyuyla
birlikte bebeği de atmayın? (Don't throw the baby out with the bath
water)
deyimi buradan gelmektedir.
Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların
altında
tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu
için
bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler)
çatıda
yaşıyordu. Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar
kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. İngilizcedeki kedi-köpek yağıyor (It's
raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir.
Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu.
Böceklerin
ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı
oluşturuyordu. Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan
İngiliz
usulü yataklar buradan gelmektedir.
Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini topraktan başka bir şeyden
yapılmıştı. Toprak kadar fakir (dirt poor) tabiri buradan çıkmıştır.
Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Bunlar kışın ıslandığı
zaman
kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için yere saman (thresh) seriyorlardı.
Kış
boyunca saman sermeye devam ediliyordu. Bir zaman geliyordu ki kapı
açılınca
saman dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak üzere kapının altına bir
tahta
parçası konuyordu ki bunun adı "thresh hold" (saman tutan; Türkçesi
"eşik")
idi.
Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir
kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler
ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu. Akşam
yahni
yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi
gün
tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni çok uzun
süre
kazanda kalıyordu. Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk,
kazandaki
bezelye lapası dokuz günlük (peas porridge hot, peas porridge cold,
peas
porridge in the pot nine days old) tekerlemesinin menşei budur. Bazen
domuz
eti buluyorlar o zaman çok seviniyorlardı. Eve ziyaretçi gelirse domuz
etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı. Birisinin eve domuz eti
getirmesi zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük bir parça keserek
misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı. Buna yağ çiğnemek
(chew the fat) adı veriliyordu.
Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu.
Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep
oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açıyordu. Domatesler
buna
sık sık sebep olduğu için bunda sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca
domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü. Çoğu insanın kalay-kurşun
alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar
kullanıyorlardı. Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu.
Ekmekler
o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu. Bunlar hiçbir
zaman yıkanmadığı için içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu. Kurtlu ve
küflü
tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında "tabak ağzı" (trench
mouth)
denen hastalık ortaya çıkıyordu.
Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. İşçiler yanık olan alt kabuğu, aile
orta
kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı. Bira ve viski içmek için kurşun
kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz
vaziyette tutabiliyordu. Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp
defnetmek için hazırlık yapıyordu. Bunlar birkaç gün süreyle mutfak
masasının üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına toplanıp yiyip-içerek
uyanıp
uyanmayacağına bakıyordu. Buna "uyanma" nöbeti deniyordu.
Ingiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer
bulamamaya
başlamıştı. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri
bir
"kemik evi"ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı. Tabutlar
açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu
görüldü.
Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı. Buna çözüm olarak
cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya
taşıyarak
bir çana bağladılar. Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili
dinlerdi. Buna mezarlık nöbeti "graveyard shift" denirdi.
Bazıları zil sayesinde kurtulur ("saved by the bell") bazıları da "ölü
zilci" (dead ringer) olurdu.
Gerçekler bunlar...
Şu anki ezikliklerinin ve de önlerine gelene saldırmalarının kendileri
dışındakileri yamyamlık,medeniyetsizlikle suçlamalarının belki de
bilinçaltında yatan bu geçmiş olduğu düşünülüyor...
--
BİRİLERİ BİRŞEYLER YAPSIN DİYE BEKLEME, SEN BİRŞEYLER YAP
Hükümetlerin icraatı menfi olup da millet itiraz etmez ve iktidarı
düşürmezse, bütün kusur ve kabahatlere katılmış demektir.
Mustafa Kemal ATATÜRK
bir ingiliz filoloğu olarak daha önceden bildiğim bazı bilgiler vardı ama bu yazıyla yenilerini de öğrendim..
okuyunca siz de şaşıracaksınız..ve artık bizim için klişe haline gelmiş olayların kaynakları hakkında bilgi sahibi olucaksınız..
mesela..
düğünlerde gelinler neden ellerinde çiçekler taşır?
cevap?
aşağıda

AŞAĞIDAKİ YAZI ALINTIDIR.
Bir dahaki sefer ellerinizi yıkarken suyun sıcaklığı tam istediğiniz
gibi
değilse eskiden İngiltere'de bu işlerin nasıl yapıldığını düşünün.
1500'lerde İngilterede işler şöyle yapılıyordu:
Insanların çoğu Haziranda evleniyordu Çünkü senelik banyolarını Mayıs
ayında
yapıyorlar, Haziranda hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de kokmaya
başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak
amacıyla
ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.
Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana
geliyordu.
Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonra
oğulları ve
diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak da
bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale
geliyordu ki
içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. Ingilizcedeki banyo
suyuyla
birlikte bebeği de atmayın? (Don't throw the baby out with the bath
water)
deyimi buradan gelmektedir.
Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların
altında
tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu
için
bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler)
çatıda
yaşıyordu. Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar
kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. İngilizcedeki kedi-köpek yağıyor (It's
raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir.
Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu.
Böceklerin
ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı
oluşturuyordu. Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan
İngiliz
usulü yataklar buradan gelmektedir.
Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini topraktan başka bir şeyden
yapılmıştı. Toprak kadar fakir (dirt poor) tabiri buradan çıkmıştır.
Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Bunlar kışın ıslandığı
zaman
kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için yere saman (thresh) seriyorlardı.
Kış
boyunca saman sermeye devam ediliyordu. Bir zaman geliyordu ki kapı
açılınca
saman dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak üzere kapının altına bir
tahta
parçası konuyordu ki bunun adı "thresh hold" (saman tutan; Türkçesi
"eşik")
idi.
Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir
kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler
ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu. Akşam
yahni
yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi
gün
tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni çok uzun
süre
kazanda kalıyordu. Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk,
kazandaki
bezelye lapası dokuz günlük (peas porridge hot, peas porridge cold,
peas
porridge in the pot nine days old) tekerlemesinin menşei budur. Bazen
domuz
eti buluyorlar o zaman çok seviniyorlardı. Eve ziyaretçi gelirse domuz
etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı. Birisinin eve domuz eti
getirmesi zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük bir parça keserek
misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı. Buna yağ çiğnemek
(chew the fat) adı veriliyordu.
Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu.
Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep
oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açıyordu. Domatesler
buna
sık sık sebep olduğu için bunda sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca
domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü. Çoğu insanın kalay-kurşun
alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar
kullanıyorlardı. Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu.
Ekmekler
o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu. Bunlar hiçbir
zaman yıkanmadığı için içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu. Kurtlu ve
küflü
tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında "tabak ağzı" (trench
mouth)
denen hastalık ortaya çıkıyordu.
Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. İşçiler yanık olan alt kabuğu, aile
orta
kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı. Bira ve viski içmek için kurşun
kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz
vaziyette tutabiliyordu. Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp
defnetmek için hazırlık yapıyordu. Bunlar birkaç gün süreyle mutfak
masasının üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına toplanıp yiyip-içerek
uyanıp
uyanmayacağına bakıyordu. Buna "uyanma" nöbeti deniyordu.
Ingiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer
bulamamaya
başlamıştı. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri
bir
"kemik evi"ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı. Tabutlar
açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu
görüldü.
Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı. Buna çözüm olarak
cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya
taşıyarak
bir çana bağladılar. Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili
dinlerdi. Buna mezarlık nöbeti "graveyard shift" denirdi.
Bazıları zil sayesinde kurtulur ("saved by the bell") bazıları da "ölü
zilci" (dead ringer) olurdu.
Gerçekler bunlar...
Şu anki ezikliklerinin ve de önlerine gelene saldırmalarının kendileri
dışındakileri yamyamlık,medeniyetsizlikle suçlamalarının belki de
bilinçaltında yatan bu geçmiş olduğu düşünülüyor...
--
BİRİLERİ BİRŞEYLER YAPSIN DİYE BEKLEME, SEN BİRŞEYLER YAP
Hükümetlerin icraatı menfi olup da millet itiraz etmez ve iktidarı
düşürmezse, bütün kusur ve kabahatlere katılmış demektir.
Mustafa Kemal ATATÜRK