Türk askeri....

KaRaTe

Üye
Hakan evrensel isimli emekli subayımızın Güneydoğuda yaşadıklarını anlattığı Güneydoğudan Öyküler 1-2-3 isimli kitaptan çarpıcı bir bölümü aktarıyorum...dikkatle okuyun..

"Lojmanımızın balkonundan o karakol görünürdü. Yaklaşık bir aydır her
istihbarat kaynağından karakolun basılacağı haberi geliyordu. Üstelik
baskının şimdiye kadar yapılanlardan çok daha büyük olacağı söyleniyordu.
Yakın birliklerden timler getirildi, karakolun etrafına mayınlar döşendi,
ağır silahlarla takviyeler yapıldı ve baskın beklenmeye başlandı."

"En son gelen istihbaratta baskının saati ve baskına katılacak terörist
sayısı bile veriliyordu. 22.10, beş yüz terörist.
Karakol o gün basılmadı."

"Bir gün sonra, bildirilen saatte cehennem başladı. Balkonumuzdan izlediğim
dehşet dolu manzarada, daire haline gelmiş teröristlerin, dairenin
ortasına, gecenin karanlığında ateşleri parıldayan silahları
ateşlediklerini görüyordum. Karakolun, havan ve roket mermilerinin
patladığı yerde olduğunu biliyorduk. Tam anlamıyla çember içine almışlardı.
Lojmandan ayrılıp doğruca jandarmanın binasına gittik. Karakolun merkezi,
telsizle, sürekli timlerden durumlarını bildirmelerini istiyor; dış
emniyette bulunan timler de bu çağrılara cevap veriyor, havan ve uçaksavar
ateşi istedikleri yerleri de tarif ediyorlardı."


"Bir süre sonra telsiz konuşmaları, timlerden birinin üzerine yoğunlaştı.
Timden bir türlü cevap alınamıyordu. Üst üste, defalarca çağrı yapılıyor
ancak bir türlü timle irtibata geçilemiyordu. Konuşmaları takip eden
askerler timden ümitlerini kesmişlerdi. Ama bir yandan da çağrılar devam
ediyordu. Bir saat kadar sonra, telsizden bitkin bir ses duyuldu:
"Yaralılarım var, yaralılarımı alın." Tüylerimiz diken diken olmuştu. Hemen
cevap verildi. "Tamam Suat 3, sakin olun, az sonra birlik çıkacak." İlk
yaralı haberi, bu saatlerdir aranan timden gelmişti. Tim komutanı
konuşurken arkadan silah sesleri duyuluyordu. Herkes bu sözler üzerine
yorum yapıyordu. Telsizin başındaki tim komutanlarından biri, bu timde
şehit olduğundan emindi. Merkezden tekrar çağrı yapıldı. "Suat 3 , irtibatı
kesme. Sakin olun!" Cevapta bir değişiklik olmadı : "Yaralılarım var. Kan
kaybediyorlar. Yaralılarımı alın!"


"Ve tam bir buçuk saat, beşer dakika arayla Suat 3 kodlu timle muhabere
aynen bu sözlerle sürdü : "Yaralılarımı alın" , "Sakin olun, geliyoruz."
Hepimiz o time kimsenin yardıma gidemeyeceğini çok iyi biliyorduk. Karakola
düşen mermi sayısında azalma olmuyor, aksine, takviye alan teröristler
baskının şiddetini gittikçe artırıyorlardı. Kimsenin, değil karakolun
dışına çıkmak, mevzi değiştirebilecek fırsatı dahi olmadığı apaçıktı."


"Bir süre sonra, Suat 3''ün telsizinden hırs dolu kelimelerini işittik:
"Hemen gelip yaralılarımı almazsanız, karakola dönüp bölüğü tarayacağım."
Hepimiz şok olmuştuk. Hemen tabur komutanı devreye girdi. Hemen hemen aynı
sözcüklerle tim komutanına sakin olma çağrısı yaptı. Ama işe yaramıyordu.
Tim komutanı "Yaralılarımı alın!" dışında başka bir şey demiyordu. Tabur
komutanının da telsizi bırakmasıyla, bir saat kadar daha tim komutanından
ses çıkmadı. Birer dakika arayla yapılan yoğun çağrılara cevap vermedi.
Hepimiz tim komutanının da şehit olduğunu düşünüyorduk. İçim burkuluyor,
başım dönüyor, tanık olduğum bu anlardan nefret ediyordum. Telsizin başına
tim komutanının okuldan devre arkadaşı geldi. Son bir ümitle eline
mikrofonu alıp, cevap beklemeden, telsizin kodlarını da kullanmadan,
konuşmaya başladı : "Devrem ben Hüseyin. Geçmiş olsun devrem. Biraz daha
dayan olur mu? Bak destek timleri yola çıktı. Sana doğru geliyorlar. Devrem
aman pes etme olur mu?"

"Telsizin mandalını bırakıp beklemeye başladı. Hepimiz Motorola marka,
duvara monteli telsiz cihazının hoparlör kısmına gözlerimizi dikmiş
bekliyorduk. Ve konuştu : "Devrem, bölük komutanı nerde?" Hepimiz derin bir
"Oh!" çektik. Telsizden, "İzinde devrem" yanıtı verildi. Suat 3 , artık
tükenen bir sesle konuşmayı sürdürdü : "Ne olur yaralılarımı alın. Bende
yaralıyım."


"O ana kadar kendisinin de yaralı olduğunu söylememişti. Hepimiz donup
kalmıştık. Telsizin başındaki devre arkadaşı da bu sözü üzerine mikrofonu
fırlattı ve odadan çıktı. Ben kapının hemen eşiğinde ayakta duruyor,
duyduklarım ve gördüklerimle bir tarihe tanıklık ettiğimi düşünüyordum.
"Ben de yaralıyım" dan sonra yine ses kesildi. Sabaha kadar hiç konuşmadı
Yüzlerce kez yapılan çağrılara cevap vermedi. Artık onun şehit olduğuna ben
de inanmıştım."


"Gün ağarırken hepimiz yorgun düşmüş, telsizden yapılan "Suat 3, Konuşan
Suat, Cevap ver!" çağrısından bıkmış halde bir köşede yığılmışken, birden
telsizin mandalına basıldığını fark ettik. Telsizden silah sesleri
geliyordu. Ve on on beş saniye sonra hayatım boyunca unutamayacağım bir
İstiklal Marşı dinlemeye başladım. Mandala sürekli basıldığı için bütün
telsizlerin konuşma imkanı durmuştu. "


"Çatışmanın altında yaralı bir tim komutanının, makamıyla söylediği
İstiklal Marşı'nı dinliyordum. Gözlerim dolmuştu. O ana kadar duyduğum en
güzel İstiklal Marşı''ydı. Birinci dörtlüğü bitirdi. İkinci dörtlükte sesi
çatallaştı. Kelimeler uzadı. Ama marşı söylemeyi bırakmadı. Bozuk bir ses
tonuyla, kendini zorlayarak okumaya devam etti. Marşı bitirdiğinde, ben de
bitmiştim. Hemen orayı terk ettim."


"Bir daha onun sesini hiç duymadım. Toplam 22 şehidin verildiği o baskın
gecesinde, vücuduna saplanmış 7 merminin acısıyla söylediği İstiklal
Marşı''nı ruhuma işleten tim komutanının ölmediğine ise hala inanamıyorum."

Hakimin anıları burada sona eriyor. İşte benim Türk subayından anladığım
budur. Vücudunda yedi mermi olduğu halde makamı ile İstiklal Marşı söyleyen adamdır
 
Back
Yukarı