ölüm

Konusu 'Dertleşme' forumundadır ve ZERO tarafından 16 Kasım 2006 başlatılmıştır.

Watchers:
Başlığı izleyen üye sayısı: 13 üye.
  1. ZERO
    Offline

    ZERO Üye

    Katılım:
    1 Kasım 2006
    Mesajlar:
    40
    Beğenileri:
    0
    Ödül Puanları:
    0
    cok garip degil mi ölüm.ailenden sevdiklerinden ayrılıyorsun unutuluyorsun.yok oluyorsun
    sizler ölüm hakkında neler düsünüyorsunuz.sanki bi yolculuk mu desek bir sessiz gemimi desek nedesek bilmiyorum.ama ben cok korkuyorum sanırım içim bi garip oluyor :cry:
     
  2. ZERO
    Offline

    ZERO Üye

    Katılım:
    1 Kasım 2006
    Mesajlar:
    40
    Beğenileri:
    0
    Ödül Puanları:
    0
    SESSİZ GEMİ

    Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
    Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

    Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
    Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

    Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
    Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

    Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
    Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

    Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
    Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

    Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
    Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden
     
  3. Veyron
    Offline

    Veyron Özel Üye

    Katılım:
    10 Eylül 2004
    Mesajlar:
    1.885
    Beğenileri:
    440
    Ödül Puanları:
    93
    Yer:
    Republic Of Fenerbahce
    Bu dünya için yaratılmadığını bilen,

    dünyada cenneti yaşamayı saçmalık sayan

    hakka karşı görevlerini yerine getiren kişi ölümden korkmaz çünkü devamlı aklının bir köşesindedir ölüm .
     
  4. kim
    Offline

    kim Üye

    Katılım:
    28 Ekim 2005
    Mesajlar:
    160
    Beğenileri:
    26
    Ödül Puanları:
    0
    Ölümün Fizikî Mânâsı
    Prof.Dr. Osman ÇAKMAK
    İnsanı bütün maddî varlığından koparacak olan ölüm hâdisesi, insanın düşünmek dahi istemediği bir kâbus, onu görünüşte bütün sevdiklerinden ayıran bir yok oluştur. Halbuki insanın yaratılışında sonsuz bir yaşama arzusu bulunmakta ve bunun gereği olarak ölümsüzlüğü istemektedir.

    Günümüzde ölüm olayı bilimsel araştırma alanına girmiş bulunuyor. Konu, çok sayıda bilim adamı tarafından inceleniyor. Değişik metotlarla ölümün sırrına erişilmeye, ardındaki gerçeklere ulaşılmaya ve ölümden sonraki bir hayatın ihtimalleri ortaya konmaya çalışılıyor. Bu çalışmalar ölüm sonrası hayatın varlığı üzerine sondaj anlamına gelmektedir.

    İnsanın fizikî bedeni gerçekte trilyonlarca hücrenin düzenli ve uyumlu bir organizasyonudur. İnsan bedeninde her an milyonlarca eski hücre ölür ve yenileri ortaya çıkar. Gençlikte beden, kaybettiği nisbette yeni hücre üretebilir. Ancak, ileri yaşlarda bedenin hücre sayısında azalma başlar. Beyin hücreleri belirli bir yaştan sonra yenilenemez. Daha ileri yaşlarda kaybedilen hücre miktarı gitgide artar ve sağlam hücre sayısı azalır. Böylece hayat yavaş yavaş dengesini kaybeder. Gelir-gider dengesinin bozulmasıyla bedenin ahengi ve nizâmı bozulmaya yüz tutar, ister istemez ölüm ufukta görünür.

    Ölümün Belirtileri ve Gerçekleşmesi
    Bir organizma için ve özellikle en karmaşık organizmalardan biri olan insan bedeni için ölüm anının tam olarak tespiti tartışmalı bir durumdur. Ölüm anının tam ve kesin tespiti için değişik metotlar uygulanıyor. Ölen bir kişide klâsik olarak bir takım belirtilerin olduğu kabul ediliyor. Ölümle ilgili araştırmaların ifade ettiği ölüm öncesinde bir can çekişme devresi vardır. Ani ölümlerde bu safha kısa, kronik hastalıklarla ölümlerde ise saatlerce ve hattâ günlerce sürebilmektedir. Ölüm belirtilerinin başlıcaları şöyledir: Deri solgunlaşır ve esnekliğini kaybeder. Gözde, retinanın damarlarında kan dolaşımının durduğu görülür. Kaslar gerilimlerini kaybeder ve şişkin kısımlar gittikçe yassılaşır. Solunum durur. Nabız kaybolur. Ceset git gide soğuyarak çevre ısısı derecesine düşmeye başlar. Ölümden 2-3 saat sonra kas liflerinin katılaşması sebebiyle de ölüm sertliği başlar.

    Bütün bu belirtilere rağmen ölüm anının kesin olarak tespiti imkânsız görünüyor. "Yalancı ölüm" olaylarının dışında öldüğü kabul edilen bir çok kişinin, bir süre sonra dirildiği biliniyor. Lyall Watson'ın Ölüm Yanılgısı adlı kitabında aktardığı bilgiye göre, Deneysel Reanimasyon Fizyolojisi Lâboratuarı'nın ölüm tarifi şöyledir: "Şuur, refleksler, solunum ve kalb atışları gibi bütün hayat belirtilerinin son bulduğu, ama bir bütün olarak organizmanın henüz ölmediği, dokulardaki metobolik süreçlerin devam ettiği ve belirli şartlar altında bütün fonksiyonların yeniden başlatılacağı bir durum.."

    Sözünü ettiğimiz bu belirtiler aslında ölümün sadece dış görünüşü ve fizikî seviyedeki anlatımıdır. Ancak gerçekte, ölüm anında bu dış görünüşün dışında, fizik bedenden ayrı olarak birtakım ilginç, karmaşık ve henüz bir çok noktası açıklanmayı bekleyen hâdise ve değişimler de yer almaktadır.

    İkinci Beden Kavramı
    İngiltere'deki Southampton Hastanesi bilim adamları, ölümün hemen öncesinde yaşanan hâdiseler üzerine yaptıkları araştırmada, klinik olarak ölü kabul edilen kişilerin pek çok duyguyu yaşadıklarını tespit ettiler. Beynin fonksiyonlarını yitirmesinin ardından, yani hastanın klinik olarak ölü kabul edildiği dönemde, yaygın anlayışın aksine, hastaların çeşitli hisleri bulunduğuna dikkat çeken bilim adamları, bunların başında mutluluk gibi duyguların geldiğini belirtiyorlar. Bilim adamlarına göre, bu çeşit hastalar ayrıca zamanın aktığını anlayabiliyor ve ışığı algılayabiliyorlar. Southampton Hastanesi'nden Dr. Sam Qarniea ve Dr. Peter Fenwick'in yaptığı araştırmada, ölümün eşiğinden dönmüş 63 kalp hastasıyla yapılan röportajlardan faydalanıldı. Dördü klinik olarak ölü kabul edilen hayata dönmüş 63 hastayla konuştuklarını belirten araştırmacılardan Dr. Fenwick, "Akıl ve beyni birbirinden bağımsız değerlendirmek mümkünse, bu ölüm sonrasında şuurun uyanık kaldığı sorusunu gündeme getiriyor." diye konuştu. Bu araştırmanın neticeleri bütün dünyada yeni tartışmaları da beraberinde getirmektedir.

    Modern tıbbın öldü gözüyle baktığı altı kişi, beyin fonksiyonlarının çalışmaz olarak tarif edildiği sırada; önce çok parlak bir ışık hüzmesi gördüklerini, daha sonra ise tarifi çok güç, mutlu ve huzurlu bir dünyaya girdiklerini söylediler. Uzmanlar, birbirlerinden habersiz olarak yapılan araştırma sırasında altı kişinin de aynı ifadeyi kullanmasının gözardı edilemeyeceğini belirttiler.

    Ölümü şuurlu bir şekilde değerlendirmenin dışında, ani ölümcül kazalara uğrayan kişiler ise, kaza anında kendilerini çok rahat ve huzurlu hissettiklerini söylüyorlar. Lyall Watson, 'Ölüm Yanılgısı' adlı kitabında böyle anlarda, geçmişteki anıların canlandığını ve insanın bütün hayatının bir film şeridi gibi gözünün önünden geçtiğinden söz eder. Watson tespitlerini şöyle sürdürüyor: "Anılar, yerlerini son derece mistik bir ruh hâline bırakarak yok olmaktadır. Komaya giren hastabakıcı, vecd içinde Tac Mahal'in bir resmini seyretmekte olduğunu hatırlamakta; uçuruma yuvarlanan bir dağcı ise, anılarını şöyle anlatmaktadır: 'Bedenim kayalara çarparak ezilip parçalanıyordu, ancak şuurum bu fizikî yara ve acılardan bütünüyle bağımsızdı, onları hissetmiyordu bile."

    İnsanlar görünen fizik bedeni dışında görünmeyen ve öldükten sonra da varlığını sürdüren başka bir bedeninin varlığını hep hissetmişlerdir. Şimdi ise bir çok araştırmacı ve uzman kişi de, ikinci bedenin varlığından söz etmeye başlamışlardır. Bu bedene "astral" "eterik", "duble" gibi adlar takıldığını görüyoruz.

    Bir kısım bilim adamları tarafından önceleri üzerinde pek durulmayan ikinci beden kavramı; günümüzde bilimsel olarak belirlenmiş ve fotografları bile çekilebilmiştir. Uzun yıllardır araştırmacılar, yüksek frekanslı elektrik akımına yerleştirilen insan bedeninden yayılan parlak ışığı araştırıyorlardı. Canlılarda bir tür "kalıp enerji"nin, başka bir deyişle bir tür "enerji beden"in varlığına ilişkin bazı deliller elde edilmişti. Neydi bu enerji beden? Nereden kaynaklanıyordu?

    Madde ve Enerji İlişkisi
    İzafiyet Teoremi, madde hakkındaki görüşlerimizi çok derinden sarsarak değiştirmiştir. Kütlenin yalnızca enerjinin bir beliriş biçimi olduğunu ortaya koymuştur. Öte yandan enerji ise, aktivite, süreç ve hareketlilik ile ilgili olan bir çokluktur. Bir parçacık kütlesinin belirli bir enerjiye eşdeğer olması, söz konusu parçacığın statik bir nesne olarak algılanamıyacağı sonucunu doğurmaktadır. Buna göre bir parçacığın kütlesi dinamik bir varlık, yani enerji sürecinin kendisini dışa vurması ise, "kütle" biçiminde olacaktır.

    Son yıllarda yapılmış olan yüksek enerji dağılma deneyleri bize, parçacık dünyasının dinamik ve sürekli olarak değişen yapısını çok çarpıcı bir biçimde göstermiştir. Bu deneyler sonucu, maddenin tamamen değişken bir varlık olduğu ortaya çıkmıştır. Buna göre bütün parçacıklar, başka parçacıklara dönüştürülebilmektedirler. Parçacıklar enerjiden oluşturulabilirler, ya da tamamen enerjiye dönüştürülebilirler. İçinde bulunduğumuz dünyada, "temel parçacık", "maddî öz" ya da "yalıtılmış nesne" gibi klâsik kavramlar artık mânâlalarını kaybetmişlerdir. Böylece evrenin bütünü, birbirinden sıyrılamayan ve bağımsız olarak varolamayan enerji olaylarının olağanüstü bir dokusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Kütlenin bir enerji şeklinden ibaret olduğunun anlaşılmasıyla, modern fizik; kütlenin sabit bir vücuda sahip maddî cisimcik anlayışından sıyrılıyor, ve atomlar maddenin özü ve temeli değil, "enerji hüzmeleri" olarak görülmeye başlanıyordu. Enerji ise, hareket ve faaliyetle ilgili bir kavramdı.

    Kuvvet ve madde ise, parçacık olarak adlandırdığımız dinamik olay ve yapıların çeşitli varsayımları ile ortaya çıkmaktadır. Ve bunlar birbirlerinden ayrı değildir. Onları daha çok aynı hakikatın farklı tezahür biçimleri olarak düşünmek daha doğru olur.

    Kütlenin esasen enerjinin bir biçiminden başka bir şey olmadığının keşfedilmesi yanında enerjiye seyrek bir madde nazarıyla bakıldı. Artık modern fizikte kütle, maddî bir öz ile bağlı tutulmamakta ve bundan dolayı da parçacıkların temel bir "maddeden" oluşmadıkları kabul edilmektedir. Artık parçacıkların bir enerji demeti olarak algılanmasına başlanmıştır. Fakat enerji, faaliyetle ya da süreçle ilişkili olduğundan, neticede atomaltı parçacıkların mahiyet olarak dinamik olduğu düşünülmeye başlanmıştır.

    Bu dinamik kalıplar, veya "enerji demetleri" maddeyi meydana getiren ve ona makroskopik açıdan sert bir görünüm sağlayan sağlam nükleer, atomik ve moleküler yapıları oluşturmaktadırlar. Böylece biz de, maddenin bir takım maddî özlerden meydana geldiği gibi hatalı bir sonuca varmaktayız.

    İnsanoğlunun nesiller boyu, deneme-yanılma yoluyla doğruyu bulma gayretleri, herşeyin mahiyetini öğrenme arzusu, bilimin sınırını ışınlardan da öteye vardırmış ve metafiziği bilimin gündemine sokmuştur. Âlemin bilimini yapmak, işleyiş prensiplerini ortaya koymak, Allah'ın insanlara bahşettiği merak etme, yorumlama ve araştırma kabiliyeti sayesinde bugün bilim, bilinmeyenlerin sınırlarını zorlamaktadır. Bilimin giderek inceleşmesi ve ilerlemesi, araştırmacıları maddeden öte varlıkları keşfetme ve yapısını sorgulama aşamasına vardırmıştır.

    Tabiatın derinliklerine inildikçe, enerji denen, mekânda yeri olmayan ve zaman boyutunun dışında kalan ışın türü yapıları incelemeye aldığımızda, alışageldiğimiz bilimsellik çerçevesindeki kavram ve tasarımları iptal etmek gerekir. Çevremizin sahip olduğu boyutların ötesine doğru gidildiğinde, mekanistik kavramların geçerliliklerini yitirdiği ve yerlerini "organik" kavramlara terkettiği görüldü. Bu yeni kavramlar ise, manevî temelli özellikler ile dikkatleri çekmektedir.

    Kirlian Fotograf Tekniği
    Varlıkların sadece görünen maddî yanlarından ibaret olmadığını, madde ve enerji perdesinin arkasında daha nice esrar saklandığını bu yöndeki gelişmeler bize söylemektedir. Bu gelişmelerden birisi canlılarda bir de enerji bedenin varlığını ortaya çıkaran ilginç bir olay, 1940'lı yıllarda yaşandı. Eski Sovyetler Birliği araştırmacılarından Semyon ve eşi Valentila Kirlian'lar, yüksek frekans alanı içindeki canlı organizmalar üzerinde bir fotograf tekniği geliştirdi. Kirlian ekibi yıllar süren çalışmaların sonucunda, insan, hayvan, bitki ve bütün canlıları kuşatan bu enerji alanının fotograflarını çekmeyi başardılar. Bu icatları, hastahanede yaptıkları bir gözlem sayesinde olmuştu. Bir hasta üzerinde uygulanan şok tedavisi sırasında cam elektrotlar aracılığıyla hastanın cildi üzerinde şerare atlıyordu. Bundan ilham alarak, Semyon Kirlian, cihazı evinde kurarak ilk denemeyi kendi üzerinde yaptı. Deneme sırasında hafif bir elektrik şoku ile birlikte mavi bir şerare görmüş, fotograf filmini banyo ettiği zaman da, parmağının silüetini elde etmişti. Parmağından çıkan alev alev ışımalar bu ilk fotografta açıkça görülüyordu.

    Bu tekniğe, mucitlerinin isimlerine atfen "Kirlian Fotografçılığı Tekniği" deniyor. Kirlian Kamerası, Rusya'daki bir çok üniversitede hayli ilgi gördü. 1968'de V. Inyushin, W. Grisshchenko, N. Vorobev, N. Shoinki, N. Federova ve F. Gibadulin adlı doktorlar, ortak bir bildiride şöyle demişlerdi: "Bütün canlıların, sadece atom ve moleküllerden yapılmış bir fizik bedenleri değil, aynı zamanda bir de bunun kopyası olan enerji bedenleri vardır." Bu ikinci bedene; "Biyoplazmik Beden" adını vermişlerdi.

    Biyoplazmik Beden ve Canlılık
    Bitkiler üzerinde yapılan çalışmalarda; solgun, kurumak üzere bulunan bir yaprak ile dalından yeni koparılan bir yaprağın çevreye yaydıkları ışıma arasında büyük fark olduğu gözlenmiştir. Dalından yeni koparılan bir yaprağın arka arkaya çekilen fotograflarında, ışımaların sürekli olduğu ve değiştiği görülmektedir. Ölü yaprakta ise hiçbir ışıma bulunmamaktadır. Yani canlılığın yok olmasıyla bu ışıma da, ona bağımlı olarak yavaş yavaş yok olmaktadır. Bir kısmı koparılan yaprağın çekilen fotograflarında ise kopan kısım tam olarak görülmekte, ancak bir süre sonra bu kısma ait enerjik alan kaybolmaktadır. Canlılar yavaş yavaş ölürken, biyoplazmik bedenin kıvılcım ve alevleri dışa doğru fırlamakta ve sonra kaybolmaktadır.

    Her şey çift yaratıldığından, fizik bedenimizin ikizinin, İslâmî literatürde "misâlî beden" olduğu belirtilir. Kirlian fotograf tekniği ile tespit edilebildiği anlaşılan misalî bedenin, daha başka birçok isimle de anıldığını görüyoruz. "Gılâf-ı nurani", "lâtife-i seyyâle", "esirî beden", "enerji beden", "ikinci beden", "perisperi", "duble", "astral vücut." İkinci bedenin aynı zamanda ruha kılıf ve elbise vazifesi gördüğü bildirilmektedir. Vefattan sonra da ruh, İlâhî hikmet gereği maddî kılıfı olan cesedi atar ama, misâlî bedeni çıkarıp atmasına izin verilmez.

    "Rusya'da Tanrıya Dönüş" adlı kitapta bu meselelerle alâkalı uzun açıklamalar vardır. Meselâ bir grup doktor şöyle demektedir: "Bütün canlıların atom ve moleküllerden yapılmış fizikî bedenlerinin yanısıra, bir de bunun kopyası enerji bedenleri vardır..."

    Amerikalı doktor Watters, yaptığı bir deneyde elli kadar çekirgeyi eterli pamuklara sarıp, öleceklerini tahmin ettiği andan itibaren odaya su buharı salarak fotograflarını çekti. Neticede öldükleri anlaşılan 13 çekirgenin hayallerinin tespit edildiği görüldü.

    Sovyetler Biriliği'nde beden dışı seyahat yapabilen yogiler üzerinde çalışılmaktadır. İnsanlar kriz, koma veya trans halinde ve anestezik tesir altında enerji bedenlerini kendiliklerinden dışarı atabilmekte, ruhları enerji bedenleri ile temessül etmektedir.

    Temessül, herhangi bir keyfiyette görünme demektir. Melekler de, cinler de temessül edebilir. İnsan düşüncesi de temessül ettiğinden Ted Serios (1960'lı yıllar) isimli bir Amerikalı, fotograf makinesi objektifine konsantre olarak baktığında, beynindeki düşüncenin kameradaki filme nakşedildiğini görmüştür.

    Evet, mücerret eşya fizik evrene tesir ediyor. Ve gün geçtikçe bunun delilleri artıyor. Rüyalarda hakikatler, kabirde ameller temessül eder. Ruh ise, ona kılıf olan misâlî bedeniyle temessül edince, kendisine (yani o şahsın maddî bedenine) benzediğini görürüz. Rüyada maddî bedenimizin istirahata çekilmesiyle ilginç bir mekanizma, misâlî bedenin cesetle bağıntısını koparmadan "misâl âlemi"ne götürür. Misâlî vücud zamansız ve mekânsız âlemde nice faaliyetlerde bulunur ve nice şahıslarla (fakat onların duble bedenleri ile) buluşur. Ölüm olayında ise misâlî vücut hiçbir bağıntı kalmamak üzere cesetten ayrılır. Yeni "bedensiz ruh"; "Berzah" âlemine uçarak yeni hayatına başlar.

    Durugörü Medyumluğu ve İnsan Aurası
    Nice sırların düğümlendiği ve kâinatın hizmetine verildiği insanoğlunun herbir ferdi de farklı bir âlemdir esasen. İnsanlar ortak özelliklere mâlik olsa da bazılarında değişik bir ruh hassasiyetinin olağanüstü gelişmiş olduğunu görürüz. Bu hassasiyet bazılarında kendini "durugörü" kabiliyeti şeklinde ortaya koymaktadır. Bu şahıslar bizim göremediğimiz bazı şeyleri gündüz, gözü uyanık halde veya trans hâline geçerek görebilirler. Enerji âlemini misâlî bedenleri müşahade için yaratılmış olan ve rüyada kullandığımız "ikinci gözler", normal hayatta da kullanabilmektedir. Bu şahıslar, insanların çevrelerinde renkli bir aura müşahede ettiklerini söylerler ve auranın hastalık ve sıkıntılı durumlarda renk değiştirdiğini, farklılaştığını belirtirler. Hattâ bu auradan insanın kişilik yapısını ve karekterini dahi anlayabilmektedirler.

    Bu tür hassas kişilerin ölmek üzere olan insanlar üzerinde yaptıkları gözlemlerden ise son derece ilginç ve açıklayıcı sonuçlar çıkmaktadır. Bunların gördüklerinin incelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Gözlemlerden çıkan sonuçlara göre, normalde canlılarda var olan ve kendisini aura şeklinde gösteren enerjik beden, ölüm anında fizik bedenden ayrılmakta ve beden dışında şuurlu bir şekilde hareket edebilmektedir. Âdeta fizik bedenin ölmesiyle ikinci beden, hayatiyet kazanmaktadır.

    Davis'in Gözlemleri
    Ünlü Amerikalı durugörü uzmanı Andrew J. Davis'in bir kadının ölümü ile ilgili gözlemi şöyledir: "Kadında, canın çıkış sırasında bedeninin beyin kısmında meydana gelen ve her an artmakta olan güçlü bir yoğunlaşma beliriyordu. Yoğunlaşan bu şey, çırpınmalar azaldıkça ve bedendeki sarılık arttıkça, parlak ve ışık saçan bir hâl alıyordu. Can çekişme sırasında görülen bu çırpınışların çekilen acı ile herhangi bir ilgisi olmayıp, ruh tarafından hissedilmezler. Bunlar tamamıyla organik olan birtakım hareketlerdir. Ölüm anı yaklaştıkça bedenin organları, boşalan torbalar gibi birer birer yatağa seriliyor, buna karşılık hastadan ayrı olarak, esirî (ruhî) bir bedenin oluşumu tamamlanıyordu. Can çekişen hastadan ilk kurtulan, esirî bedenin baş kısmı oldu ve yavaş yavaş diğer kısımları da ayrılarak tam ruhî bir beden olarak kadının başucunda ayakta durdu. Bu iki bedeni birbirine göbeklerinden, 'hayat bağı' dediğimiz parlak bir kordon bağlıyordu. Bu kordon kopunca bir parçası cesette kaldı. Herhalde cesedin derhal bozulmasını engelleyen budur. Kadının ruhî bedenî serbestliğe yavaş yavaş alıştı ve birdenbire ne yapacağını kestirmiş gibi harekete geçerek evden çıktı.'

    Yalnızca bir örneğini almakla yetindiğimiz böylesi gözlemlerin müşterek özellikleri, ölen kişinin bedeninden çıkan bulutumsu görüntüde ve bedene benzer bir nesnenin, bedene mânevî ışın türü bir kordonla bağlı olması ve kordonun kopmasıyla bu bedenin nereye gideceğini biliyormuşcasına yolunda gitmesi şeklinde sıralanmaktadır.

    Bu gelişmelerin ortak noktası, bedenimizin bütün organlarına tesir eden; onu canlı, şuurlu ve fonksiyonlu hâle getiren ruh ve misalî bedenin varlığının, bilim aynasında daha iyi görülmesidir. Ölüm denen olayın ikinci bedenin cesetten sıyrılmasından başka bir şey olmadığı, yokluğa ve hiçliğe yürümek değil, herkesin bir bir toplandığı yeni bir dünyaya geçiş köprüsü olduğu daha iyi anlaşılmaya başlanmıştır.
     
    rsxer bunu beğendi.
  5. ahmetgunduz
    Offline

    ahmetgunduz Üye

    Katılım:
    31 Ekim 2006
    Mesajlar:
    36
    Beğenileri:
    1
    Ödül Puanları:
    0
    Meslek:
    sağlık memuru
    Yer:
    istanbul
    ölüm sonsuzluğun başlangıcıdır.önemli olan bu sonsuzlukta nasıl yaşayacağındır onun içinde bu dünyada ne yaptın yaptın...bence namazla başla.mevlana ölümü bir gerdek gecesi gibi görmüş.ne kadar güzel dimi..selametle
     
  6. Karasan
    Offline

    Karasan Özel Üye

    Katılım:
    18 Ocak 2006
    Mesajlar:
    2.598
    Beğenileri:
    2.095
    Ödül Puanları:
    0
    Elbette herkesin kendi görüsüdür ama bende ölümden korkanlardanım, dinsel inançlar avutmuyor beni.
    Dünyada en çok hoşuma giden, seçebilme özgürlüğü, yani insan bu dünyada sonsuz olasılıklar içinde kendine göre seçimler yaparak yaşamına şekil vermenin sihrini yaşıyor.
    Ölümün bence en güzel tanımı, olasılıkların son bulması.
    Dünya insan öldükten sonrada devam ediyor, bunu bilerek dünyadan ayrılmak kolay değil.
    Artık onun nefes alıp veren, onun oluşumunda kendi çapında belirleyici olmaya devam edemeyeceğini bilmek çok acı birşey.
    Yaşlanmakta öyle, yıllar önce, beni çok etkileyen bir Jack London hikayesi okumuştum.
    Şimdilerde çaptan düşmüş, zamanının en güçlü boksörünün hikayesiydi.
    Diyordu ki, kim gençliğe karşı koyabilmiş ki, sen karşı koyacaksın.
    Dünya olanca gücüyle, yeni gençleri bulup ortaya seriyor ve bu sürekli yenileniyor, senin yitirmekte olduğun her sene, bitip tükenmeden yeni gençler türüyor.
    "Gençlik" hepimiz bir zamanlar buyduk, hatta şimdi bu "gençlerdeniz".
    Enerjisi tükenmeyecek gibi, hiç ölmeyecek gibi yaşamanın tadını çıkartıyoruz.
    Tıpkı yaşamda olduğu gibi gençlik konusunda da insanın sırasını savması kolay olmayacak.
    Bence bunun zor olması, acı vermesi çok doğal.
    Hayatı sevmek, genç olmaktan coşku duymak bence çok doğal, ve haliyle bunu yitirecek olmaktan üzüntü duymakta doğal.
    Bu benim kişisel görüşümdür, konuya dinsel açıdan yaklaşmak istemediğim için bunları yazdım, elbette herkes istediği gibi yaklaşabilir yaşam ve ölüme...
     
  7. izzet
    Offline

    izzet Üye

    Katılım:
    28 Aralık 2005
    Mesajlar:
    510
    Beğenileri:
    27
    Ödül Puanları:
    0
    Meslek:
    ogrenci
    Yer:
    Body_Land
    HAZİRANDA ÖLMEK ZOR


    orhan kemal'in güzel anısına


    işten çıktım
    sokaktayım
    elim yüzüm üstümbaşım gazete


    sokakta tank paleti
    sokakta düdük sesi
    sokakta tomson
    sokağa çıkmak yasak


    sokaktayım
    gece leylâk
    ve tomurcuk kokuyor
    yaralı bir şahin olmuş yüreğim
    uy anam anam
    haziranda ölmek zor!


    havada tüy
    havada kuş
    havada kuş soluğu kokusu
    hava leylâk
    ve tomurcuk kokuyor
    ne anlar acılardan/güzel haziran
    ne anlar güzel bahar!
    kopuk bir kol sokakta
    çırpınıp durur


    çalışmışım onbeş saat
    tükenmişim onbeş saat
    acıkmışım yorulmuşum uykusamışım
    anama sövmüş patron
    ter döktüğüm gazetede
    sıkmışım dişlerimi
    ıslıkla söylemişim umutlarımı
    susarak söylemişim
    sıcak bir ev özlemişim
    sıcak bir yemek
    ve sıcacık bir yatakta
    unutturan öpücükler
    çıkmışım bir kavgadan
    vurmuşum sokaklara


    sokakta tank paleti
    sokakta düdük sesi
    sarı sarı yapraklarla birlikte sanki
    dallarda insan iskeletleri


    asacaklar aydemir'i
    asacaklar gürcan'ı
    belki başkalarını
    pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim
    dökülüyor etlerim
    sarı yapraklar gibi


    asmak neyi kurtarır
    sarı sarı yaprakları kuru dallara?
    yolunmuş yaprakları
    kırılmış dallarıyla
    ne anlatır bir ağaç
    hani rüzgâr
    hani kuş
    hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?

    asılmak sorun değil
    asılmamak da değil
    kimin kimi astığı
    kimin kimi neden niçin astığı
    budur işte asıl sorun!


    sevdim gelin morunu
    sevdim şiir morunu
    moru sevdim tomurcukta
    moru sevdim memede
    ve öptüğüm dudakta
    ama sevmedim, hayır
    iğrendim insanoğlunun
    yağlı ipte sallanan morluğundan!

    neden böyle acılıyım
    neden böyle ağrılı
    neden niçin bu sokaklar böyle boş
    niçin neden bu evler böyle dolu?
    sokaklarla solur evler
    sokaklarla atar nabzı
    kentlerin
    sokaksız kent
    kentsiz ülke
    kahkahanın yanıbaşı gözyaşı


    işten çıktım
    elim yüzüm üstümbaşım gazete
    karanlıkta akan bir su
    gibi vurdum kendimi caddelere
    hava leylâk
    ve tomurcuk kokusu
    havada köryoluna
    havada suçsuz günahsız
    gitme korkusu
    ah desem
    eriyecek demirleri bu korkuluğun
    oh desem
    tutuşacak soluğum

    asmak neyi kurtarır
    öldürmek neyi
    yaşatmaktır önemlisi
    güzel yaşatmak
    abeceden geçirmek kıracın çekirgesini
    ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak


    ah yavrum
    ah güzelim
    canım benim / sevdiceğim
    bitanem
    kısa sürdü bu yolculuk
    n'eylersin ki sonu yok!
    gece leylâk
    ve tomurcuk kokuyor
    uy anam anam
    haziranda ölmek zor!

    nerdeyim ben
    nerdeyim ben
    nerdeyim?
    kimsiniz siz
    kimsiniz siz
    kimsiniz?
    ne söyler bu radyolar
    gazeteler ne yazar
    kim ölmüş uzaklarda
    göçen kim dünyamızdan?


    asmak neyi kurtarır
    öldürmek neyi?
    yolunmuş yaprakları
    ve kırılmış dallarıyla bir ağaç
    söyler hangi güzelliği?

    kökü burda
    yüreğimde
    yaprakları uzaklarda bir çınar
    ıslık çala çala göçtü bir çınar
    göçtü memet diye diye
    şafak vakti bir çınar
    silkeledi kuşlarını
    güneşlerini:
    «oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet,
    memet!»

    gece leylâk
    ve tomurcuk kokuyor
    üstümbaşım elim yüzüm gazete
    vurmuşum sokaklara
    vurmuşum karanlığa
    uy anam anam
    haziranda ölmek zor!


    bu acılar
    bu ağrılar
    bu yürek
    neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar
    bu ağaçlar niçin böyle yapraksız
    bu geceler niçin böyle insansız
    bu insanlar niçin böyle yarınsız
    bu niçinler niçin böyle yanıtsız?

    kim bu korku
    kim bu umut
    ne adına
    kim için?


    «uyarına gelirse
    tepemde bir de çınar»
    demişti on yıl önce
    demek ki on yıl sonra
    demek ki sabah sabah
    demek ki «manda gönü»
    demek ki «şile bezi»
    demek ki «yeşil biber»
    bir de memet'in yüzü
    bir de güzel istanbul
    bir de «saman sarısı»
    bir de özlem kırmızısı
    demek ki göçtü usta
    kaldı yürek sızısı
    geride kalanlara


    nerdeyim ben
    nerdeyim?
    kimsiniz siz
    kimsiniz?


    yıllar var ki ter içinde
    taşıdım ben bu yükü
    bıraktım acının alkışlarına
    3 haziran '63'ü

    bir kırmızı gül dalı
    şimdi uzakta
    bir kırmızı gül dalı
    iğilmiş üzerine
    yatıyor oralarda
    bir eski gömütlükte
    yatıyor usta
    bir kırmızı gül dalı
    iğilmiş üzerine
    okşar yanan alnını
    bir kırmızı gül dalı
    nâzım ustanın


    gece leylâk
    ve tomurcuk kokuyor
    bir basın işçisiyim
    elim yüzüm üstümbaşım gazete
    geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
    şuramda bir çalıkuşu ötüyor
    uy anam anam
    haziranda ölmek zor!




    Hasan Hüseyin
     
  8. CENTAUR
    Online

    CENTAUR Guest

    Maddi kaygılarla çabalayıp durduğumuz esasında amaçları çok basit ve değersiz olan bu çileli hayatımızda bağzılarımız böyle durup bir düşünüyor sonumuz ne olacak ee sonra ne olacak diye.
    Ne olmuş yani zengin olacaksam, evleneceksem, gezip tozacaksam, çalışıp didineceksem, yorulup yaşlancaksam ne olacak yani hep aynı filimi defalarca seyretmek gibi.

    Bilim kendi dogmaları içinde çalışıyor bu konularda, din ve felsefe de kendi sınırları içerisinde

    Bana sanki düz yoldan saha ve sola çapraza sapan iki kişi gibi geliyor

    Buradaki endişe ve hatta paranoya şudur, ayağımızı yere sağlam bastığımızı, kendimize iyi bir hayat hazırladığımızı düşünürsek, bunların hepsi birgün yok olacak o sağlam bastığımız ayağımız bir gün toz toprak olacak,

    Peki bu ruhumuzu da sağlam kazığa bağlamış oluyor muyuz acaba

    İnsan en çok ta Cennet ve Cehennem hususunu düşünüyor

    Bu son üç paragraf felaket tellallığı gibi sanki

    Yoksa reankarnasyona mı inansak

    Ne yapsak rüyayamı yatsak

    Bende böyle büyük bir boşluk ve bunalım içerisindeyim aslında insan öyle bir düğüm oluyor öyle tıkanıyorki söz ile izahı mümkünsüz
     
  9. Karasan
    Offline

    Karasan Özel Üye

    Katılım:
    18 Ocak 2006
    Mesajlar:
    2.598
    Beğenileri:
    2.095
    Ödül Puanları:
    0
    Dinsel inanış insanı ölüme karşı rahatlatır, gerçekten imanı sağlam bir insan yaradanına kavuşacağı ve asıl sonsuz hayata ulaşacağı için sevinebilir.
    Ben Tanrıya inanıyorum, ölümün ne olduğuna dair bir fikrim olmamakla beraber iyimserim ölümün son olmadığı konusunda.
    Ancak cennet düşüncesi beni hiç avutmuyor.
    Açıkcası şu da var, sağlıklı bir insan olarak ölüme ve dünyaya bakmaktayız.
    Bunu unutmamak lazım, yani sakat, çok çirkin, ne bileyim, hayat içinde mutlu olma şansı bizlerden çok daha düşük birisi için, dinsel inanışları olmasa bile reenkarnasyon gibi çıkış noktaları aramak mantıklı olabilir.
    Ancak yaşamaktan memnun, ortlama bir insan olarak, ben dinsel huzurdan yoksun biri olduğumuda ekleyerek kendime göre bir çözüm yolu biliyorum.
    Benim gibi insanların yaşamına anlam katacak temel şey, kendini aşan bir iş yapmaktır.
    İş derken, bu bir anlık birşey değildir.
    Bu çok büyük bir holding kurmak olabilir, harika resimler yapmak ya da güzel bir roman yazmak olabilir.
    Ya da çok güzel bir aile kurmak ve harika evlatlar yetiştirmek olabilir.
    Yani insanın kendi izlerini taşıyan, kendisinden sonra varolmaya devam edecek, dünyaya gözkulak olacak birşeyler bırakma uğraşına girmesidir çözüm.
    Elbette, bunu yapmak ölümü tamamen çekilir bir hale getirmeyecektir.
    Belkide bu yüzden yaşlanmak var, bu yüzden sağlık sorunları var.
    Öbür türlü, tamemen sağlıklı, güçlü ve enerjikken ölmek çok daha zor olurdu.
    Derin konular bunlar gerçekten, ancak abidikgubidik dizilere her gün saatler vermek yerine, bence daha sık olarak, insanın kendi içine dönerek, kendini ve yaşama amacını sorgulaması gerek.
     
  10. B3RkOvi
    Offline

    B3RkOvi Üye

    Katılım:
    25 Şubat 2006
    Mesajlar:
    480
    Beğenileri:
    26
    Ödül Puanları:
    0
    Olum hakkinda en guzelini eskiya filminde ustad Sener Sen soylemis bence.


    "Korkma, sadece toprağa gideceksin. Sonra toprak olacaksın. Sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin. Oradan özüne ulaşacaksın. Çiçeğin özüne bir arı konacak. Belki... belki o arı ben olacağım

    https://www.youtube.com/watch?v=QMO4Ah43M_g
     
  11. Despo
    Offline

    Despo ADMIN Yönetici Admin

    Katılım:
    30 Mart 2004
    Mesajlar:
    7.966
    Beğenileri:
    6.095
    Ödül Puanları:
    123
    Cinsiyet:
    Bay
    Meslek:
    Serbest
    Yer:
    Danimarka
    Biraz Konu disi olacak, ama demeden gecemeyecegim.

    Pazartesi gecesi Alman kanalinda tekrar seyrettim, bu filmi defalarce seyredebilirdim, müthis film ve süper perfonmans Sener senden!
     
  12. sivasli
    Offline

    sivasli Üye

    Katılım:
    6 Ocak 2007
    Mesajlar:
    772
    Beğenileri:
    256
    Ödül Puanları:
    73
    insanın kendi içine dönerek, kendini ve yaşama amacını sorgulaması gerek.
    karasan insanin yasama amacini sorgulamasini gerek demissin.sence insanin en büyük yasama amaci allaha olan kulluk görevini yapmasi degilmidir
     
  13. CENTAUR
    Online

    CENTAUR Guest

    Evet bahsedilsin bu konulardan benim hoşuma gider, umarım güzel biryerlere varılır.
     
  14. Karasan
    Offline

    Karasan Özel Üye

    Katılım:
    18 Ocak 2006
    Mesajlar:
    2.598
    Beğenileri:
    2.095
    Ödül Puanları:
    0
    Ben farklı düşünüyorum...
     
  15. CENTAUR
    Online

    CENTAUR Guest

    Ölüm ötesi, var olmak veya var olmamak düşüncesi çok ağır ve karanlık bir mesele olduğu için çoğumuz bu olaylara pratik, alışılmış, emin ve sağlam bulduğumuz içinde yaşadığımız maddesel Dünya ya çeviririz ilgimizi fikrimizi ve düşünce yapımızı veya inançlarımızı, bu tamamen bir özgür irade ve saygı duyulması gereken birşeydir. Fakat önemli bir çoğunluğun yarasına kesinlikle merhem olmamaktadır nedense.
     
  16. sivasli
    Offline

    sivasli Üye

    Katılım:
    6 Ocak 2007
    Mesajlar:
    772
    Beğenileri:
    256
    Ödül Puanları:
    73
    bu senin hayatin farkli düsünmekte tabiki özgürsün karasan .
    ama bu dünyada bi deneme sürecindeyiz.topraktan geldik topraga gidecegiz.eger bu dünya kalsaydi ve gercek olsaydi ilk önce peygamberimiz hz muhammede kalirdi O ölmezdi....
     
  17. Despo
    Offline

    Despo ADMIN Yönetici Admin

    Katılım:
    30 Mart 2004
    Mesajlar:
    7.966
    Beğenileri:
    6.095
    Ödül Puanları:
    123
    Cinsiyet:
    Bay
    Meslek:
    Serbest
    Yer:
    Danimarka
    Arkadaslar yine konu kural disi olmaya dogru gidiyor, biliyorum bu konuda dinler hakkinda konusmamak biraz zor.
    Kurallar:
    Dini baskı içeren mesajların sahipleri siteden uyarılmaksızın uzaklaştırılacaklardır.

    Bu nedenle dikkat etmenizi tavsiye ederim.
     
  18. sivasli
    Offline

    sivasli Üye

    Katılım:
    6 Ocak 2007
    Mesajlar:
    772
    Beğenileri:
    256
    Ödül Puanları:
    73
    ok despo uzatmayalim o zaman konuyu
     
  19. bukatto
    Offline

    bukatto Üye

    Katılım:
    4 Ekim 2006
    Mesajlar:
    452
    Beğenileri:
    122
    Ödül Puanları:
    53
    Yer:
    Ankara

    başlığı görünce aklıma karasan geldi. kesin yazacak bir şeyleri vardır dedim :)
    karasan, senin iyi bir tartışmacı olduğunu düşünüyorum.

    söylediklerine saygı duyuyorum. ama katılmıyorum. söylediklerinden bir şey kafama takıldı.

    cennet düşüncesi beni hiç avutmuyor demişsin. bence bu gerçeği araştırırsan gerçek anlamda avunduğunu hissedeceksin.

    bu dediğim aynı, bildiğimiz bir şeyi unutmamak için tekrar yapmaya benzer. dini konularda bilgilerini tekrar etmek veya yeni bir şeyler öğrenmeye çalışmak hem seni bu gerçeğe yakınlaştırır, hemde manevi olarak avunmanı sağlar.

    her neyse. bir de (karasan buraları sana ithafen yazmıyorum :) ) insan bir şeylere tapınma fıtratı üzerine yaratılmıştır.

    yani ilk çağ insanlarına baktığımızda putlara taptıktıklarını anlayabiliyoruz ve biliyoruz. bu birşeyleri açıklamaya yeterde artar.

    insanlar acizdir. insanlar hiçbir şey kadar hiçbir şeydir. tapmaya ve inanmaya mecburdurlar. Allah a inanmazsın, gidersin araba na taparsın. gidersin evine taparsın. ama taparsın neticede.

    ölümden korkmuyorum. hatta çok ta istiyorum ölmeyi. ölmek çok güzel ve cazip geliyor bana. yaşım 22 olmasına ve çalışıp para kazanmama rağmen hiç birşey de gözüm yok, olamıyor.

    ne bir ayakkabı ne bir mont ne bir başka birşey. ölümü hatırlayarak yaşıyorum her an. bu şekilde yaşamasam belkide dönüşü olmayan bir hata yapabilirim.

    hee, yaşama amacın yok mu peki diyen olur şimdi.

    var tabiiki. hatta planlarım da var. ama kısa süreli planlar. ileriyi düşünüp kısa süreli planlar yapıyorum.

    ne bir ayakkabı ne bir mont ne bir başka birşey. ölümü hatırlayarak yaşıyorum her an. bu şekilde yaşamasam belkide dönüşü olmayan bir hata yapabilirim.

    yani hayata kalın halatlarla değil, pamuk ipliği ile bağlıyım. hayatta iken yaşadığım her an, sevdiklerimle vakit geçirmek var aklımda. hiç birşey den pişman olmadan, hiç bir şey için geç olmadan.

    sadece yaşlılar ölmüyor. yeni doğmuş bir bebe de ölebiliyor, arkadaşlarıyla dışarıda eğlenmeye çıkan fakat nereden geldiği belli olmayan bir kurşun tarafından, nereden geldiği belli olmayan ölüm tarafından hayatının baharındaki bir gençte. veya babam gibi, orta yaş denilen 35 inde de ölebiliyor insan.

    sual olmuyor Allah ın hikmetinden. bir yakınımızın başına gelen ölümde veya kendi başımıza gelen, veya bir olayda hayır aramak en doğru yol oluyor ölüme karşı.

    ölümü kabullendiğimiz zaman ölümü çoktan yenmiş olacağız. bu kadar..
     
    Mugen bunu beğendi.
  20. GyMania
    Offline

    GyMania Üye

    Katılım:
    28 Eylül 2006
    Mesajlar:
    253
    Beğenileri:
    15
    Ödül Puanları:
    0
    “Soluduğun şeyin hava olduğunu mu sanıyorsun?” Ortada hava diye bir şey yok. Sadece, solumazsak öleceğimize inanıyoruz.
     

Sayfayı Paylaş