Beslenme Alıskanlıklarının Beynimiz Üzerinde ki Etkileri
20.000 yıl önce yaşayan bir insanın beslenme yöntemleri, tıpkı doğal ortamlarında yaşayan hayvanlar da olduğu gibiydi. Ne yiyeceği makarnası ne de gofreti vardı. Günlük mönüsü olasılıkla avladığı hayvanlar, sebze ve meyvelerden oluşuyordu. Hayvanları avlayabilmek için öncelikle arayıp bulması gerekiyordu. Belki bunun için kilometrelerce yol kat edecek, belki de savaşacak ve sonuçta besin maddesini elde edebilmek için enerji harcayacaktı.
Oysa günümüzde yüzlerce kalorilik besin maddelerini çok daha az enerji harcayarak elde edebiliyoruz.
Pizza ısmarlamak için telefon tuşuna basan parmaklar, kaç kalorilik enerji harcayabilir?
Doğal ortamında yaşayan ve yaşamış olan insan ve hayvanlarda, neden kimi hastalıklar gözlenmiyor?
Oysa insan ve memeli hayvanların vücut çalışma biçimleri neredeyse aynıdır. Beyinler de, yapı farklılıkları dışında, aynı prensiple çalışır. Beynin tam ortasında yer alan talamus’a, vücuttan ve beynin diğer bölgelerinden gelen bilgiler, burada işlenerek beynin en üst bölümüne gönderilir. Beynin üst bölümünün görev dağılımları farklıdır. Bilgileri alan bölümler, kendi görevleri doğrultusunda alınan bilgileri uygularlar. Böylece vücudun dengeli ve eşgüdümlü çalışması sağlanır. Bir bölge, yürümek için kol ve bacakları çalıştırırken diğer bir bölge, aynı anda kalbin hızını bu tempoya göre ayarlar. Bu temel çalışma prensibi tüm canlılarda benzerlik gösterir. Kalp, karaciğer, mide, böbrekler de öyle.
Geçirdiği insanlık tarihi süreci içinde, doğada bulduğu et (protein), yağ ve sebzelerle (birleşik karbonhidrat) bünyesini oluşturan ve çalışmasını bu besinlere göre ayarlayan insanoğlunun, basit şekerle ilk tanışması, 600 yıl önceye dayanır. Saf şeker (rafine-sofra şekeri) 200 yıl önce ilk defa Almanya’da şeker pancarından üretilmiştir. Şekerin yaygın olarak kullanımı 2. dünya savaşı sonrası yıllara rastlar. Kronik hastalıkların bu dönemlerde belirgin bir ivme kazandığı görülmektedir. Rafine edilerek üretilen şeker (glükoz) doğada saf halde bulunmaz. Meyve ve balda bununan glükoz ise saf değildir. Oysa binlerce yıllık tarihi boyunca insan bünyesi doğada, doğal haliyle bulduğu besinlerle bu günlere gelmiş, bünyesi doğal alan besinlerle yapılmıştır. İhtiyacı olan şekeri kendi karaciğerinde, şeker dışında aldığı diğer besinlerle sağlamıştır. Bilimsel veriler ışığında ortaya çıkan gerçek şudur ki; insan bünyesi şekeri, dışarıdan saf olarak almaya programlanmamıştır.
Protein, yağ ve sebzelerin midede başlayan sindirimi, karaciğerde devam eder. Beynin temel yakıtı olduğu kabul edilen kan şekeri düzeyi, ılımlı olarak yükselir. Gene ılımlı bir ilişkiyle insülin, bu düzeyi ayarlamada yardımcı olur. 4 saatlik bir süreç, normal bünyenin et, yağ ve sebze sindirimi için yeterli olur. Normal insan bünyesinin alıştığı sindirim alışkanlığı budur. Ancak basit şekerlerin sindirimi daha ağızda başlar, aniden kan şekeri yükselir ve buna tepki olarak insülin düzeyi hızla artar. Şeker hızla düşer ancak insülin, yılların verdiği özellik nedeniyle, bu hızlı düşüşe ayak uyduramaz. Kandan çekilmesi daha uzun sürer ve kan şekeri normal sınırların altına iner.
Vücudun ideal çalışma düzeni için kan şekeri düzeyi 60 mg/dl'den fazla olmalıdır. Kan şekerinin normal sınırların altına düşmesiyle alarm durumuna geçilir. Bu durumda allostaz mekanizması etkin hale geçerek karaciğeri, depo şekerini salması için uyarır. Bu arada şeker ile birlikte kolesterol de kanda yükselir ve diğer uyum süreci belirtileri beyni ve vücudun diğer organlarını etkiler.1-
Ekmek ya da hamur işi gibi şeker içerik ölçeği yüksek gıdaların yendiği öğlen yemeği sonrası, bastıran rehavetin nedeni, basit karbonhidratlı besinlerin insüline hızlı yanıt vermesi ile gelişen allostatik durumdur. Yakıtını yeterli alamayan beyin, arabanın boş viteste olduğu gibi, rölanti konumunda çalışır. Bu durumda kendisine fazla iş verilmesini istemez. Öğleden sonra dikkatinizi vermeniz gereken bir işiniz olduğunda durumunuz zor demektir. Bir de, beyin ön bölgesi duyarlılığı olan biri iseniz işiniz gerçekten kolay olmayacaktır. Dikkat kaybı, karar vermede zorluk gibi yakınmalarla birlikte gelen başarısızlık, sinirlilik hali ortaya çıkartacak, ilişkiler gerilecek ve gün, mutsuzluk ya da aşırı yorgunluk haliyle sonuçlanacaktır.
Kalp, şeker, yüksek tansiyon gibi uzun süreli hastalığı olan insanlar vardır mutlaka çevrenizde. Onları dikkatle incelediğinizde benzer özelliklere sahip olduklarını görürsünüz. Sürekli ilaçlar kullanan, hayattan eskisi kadar zevk almayan, hastalığın vücutlarında yaratacakları zararları çaresizce bekleyen insanlar.
Beslenme özellikleri de neredeyse aynıdır. Öncelikle yağ ve kırmızı et kesinlikle yasak. Yasakçı beslenme şartlanması adeta hayatlarının bir parçası olmuştur. Hatta yakınması olmayan insanlar bile daha az yağlı yeme gayretindedirler. Klasikleşen bilgilere göre yağlar, vücutta kolesterole dönüşür. Kolesterolde damarları tıkayarak kalp hastalığı ve felçlere neden olur. Ayrıca kırmızı etle birlikte kan basıncını arttırırlar. Kanser riskini arttırırlar. Bunun gibi diğer kimi hastalıkları kötüleştirdiği kabul edilir.
Oysa son 10 yılın bilimsel verileri, klasikleşen bu beslenme biçimini tamamen yalanlıyor. Konuyla ilgili olarak yapılan ilk çalışmalar, epilepsi hastalarında yağların faydalı olduğunu gösterdi. Ketojenik diyet adı verilen beslenme yönteminde hastalara yüksek yağ içerikli, etli ve sebzeli besinler verilip şeker ve şeker içerik ölçeği yüksek olan besinler tamamen kesiliyor. Hastaların epilepsi nöbet sayı ve şiddetinde belirgin azalmalar olduğu görülüyor. Benzer beslenme yöntemi diğer beyin kaynaklı Parkinson Hastalığı, Alzheimer Hastalığı, otizm, depresyon ve beyin tümörlerine de uygulanıyor ve gene başarılı sonuçlar alınıyor5.
Yüksek yağ içerikli beslenme yönteminin faydaları bunlarla kalmayıp çok daha şaşırtıcı sonuçlar elde ediliyor. Tip II diyabet (şeker) hastalığında, polikistik over sendromunda ve hatta yüksek kolesterol düzeyleri olan kişilerde bile faydalı olduğu görülüyor. Diğer bir değişle kan kolesterol düzeylerini yağlı yiyerek düzeltebiliyorsunuz.
Et, yağ, sebze ve meyveler insan diyetinin aslını oluşturur ve şeker içerik ölçeği yüksek olan maddeler insan bünyesine zararlıdır.
Kronik hastalığı olan ya da kilo vermek amacıyla diyetlerinden yağı kesen insanlar, vücudun temel yapı taşından mahrum olurlar. Beynin %65’ini oluşturan yağlar diyetten kesildiğinde depresyona meyil artar. Bu nedenle yağsız yiyen insanlar bitkin, yorgun ve isteksizdirler.
Diyetten yağı kesmekle kan kolesterol düzeylerinin düşmediği görülmektedir. Çünkü kolesterol karaciğer tarafından yapılır. Hastalık durumunda vücudun yapı taşına yani kolesterole ihtiyacı vardır. Kolesterol artışının esas nedeni budur. Sorun kolesterol yüksekliği değil, kolestrol yüksekliğine neden olan allostaz mekanizmasıdır.
Şeker içeriği yüksek olan besinler çocukluk döneminden itibaren alınmaya başlamasıyla beyin ön bölgesinde ortaya çıkan bağımlılık durumunu geliştirir. Bu nedenle stres, açlık gibi kimi durumlarda şeker alma ihtiyacı artar. Alınan her şekerli besin, allostaz durumunun daha da artmasını sağlayarak hastalıkların gelişmesi için uygun ortamı yaratır.
Diğer taraftan; Doğal yetişen meyve, sebze ve besi hayvanların etleri ve ürünleri, kabuklu kuruyemişler, doğal bal; insan bünyesine (homestaz) uygun besin maddeleridir.
kaynak
İnsanların hasta olma durumlarını açıklayan gerçeklerden biri; doğal olmayan beslenme biçimidir.
Bugün bilinen saf (rafine) şeker, 1800’lü yılların başında pancardan şeker elde edilmesi ve şeker fabrikalarının kurulmasıyla kullanılmaya başlamıştır. Ancak esas yaygın kullanıma 2.dünya savaşı sonraları ulaşmıştır. Gelişen teknolojiyle birlikte, bir zamanlar zengin insanların ulaşabildiği saf şeker, bugün neredeyse herkesin hemen her gün aldığı bir ürün haline gelmiştir.
1800’lü yıllarda saf şekerin tüketilmeye başlanması ardından günümüze kadar geçen süre içinde damar sertliğine bağlı kalp krizi ve felç, hipertansiyon, kolesterol yüksekliği, guatr, şeker hastalığı, kanser; sıradan hastalıklar haline gelmiştir. Bu hastalıkların özellikle son 50 yıl içindeki inanılmaz artışı; yazılan ilaçlardan, yapılan ameliyatlardan ve hastaların çokluğundan anlaşılmaktadır.
Bir yüzyıl öncesine kadar şeker ve şeker içerik ölçeği yüksek olan gıdaların yapımı ve ulaşılması zor olduğundan kullanımları kısıtlıydı. Örneğin şerbetli tatlılar bayramdan bayrama yapılır, yufka ekmekler sürekli sofrada bulunsa da buğdayın daha doğal olması (beyaz ekmek olmaması) ve birlikte yenen besinlerin şeker içerik ölçeklerinin düşük olması nedeniyle insan bünyesi açısından sorun oluşturmazdı. Benzer biçimde teknolojinin yaygın olmadığı dönemlerde hemen her iş, insan gücüyle yapıldığından şeker içerik ölçeği yüksek olan ender maddelerin hareket halindeki insanlara vereceği zarar önemsizdi. Ancak çağımızda şeker içeriği yüksek olan besin maddelerinin çok çeşitli ve ulaşılabilir olması, hastalıkları da beraberinde taşıyan önemli bir etken olmuştur.
Sorun; doğal olmayan basit şekerlerin çeşitliliğinin artması, yağ ve protein içeriği zengin besinlerin basit şekerlerle birlikte tüketilmesidir.
Her gün alınan şeker ve şeker içerik ölçeği yüksek olan besinlerle, kortizol ve adrenalin salınımı (stres hormonları) sürekli hale gelir. Bu durum yıllar içinde duyarsızlaşmaya yol açarak allostaz mekanizmasının vücutta oluşmasını sağlar ve hastalıkların gelişimine ortam hazırlar. Şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği, yüksek tansiyon, damar sertliği gibi hastalıkların ana nedeni allostaz mekanizmasıdır.(allostasis-allostatic load)
Homestaz, vücudun normal çalışma durumunu; allostaz ise homestaz’ın bozulduğu anormal şartları ifade eder. Her gün alınan şeker ve şeker içerik ölçeği yüksek olan besin maddeleri, homestaz durumunu bozarak allostaz’ın sürekliliğini sağlar. Yıllar içinde devam eden allostaz; damar yapısının bozulmasına, yüksek kan basıncına, kolesterol ve şeker düzeylerinin artmasına neden olur. Ayrıca hücresel düzeyde bozulan genetik yapının etkisi ile başta kanser olmak üzere birçok hastalığın ortaya çıkmasını ya da şiddetlenmesini sağlar.
Sofra şekeri ile hazırlanmış tüm besinler, beyaz ekmek, tüm hamur işi-unlu besinler, makarna; allostaz mekanizmasının vücutta gelişmesini sağlayan ve hasta olma durumunu ortaya çıkartan besin maddeleridir.
Hormonlu sebze ve meyveler, büyük baş besi hayvanlarının etleri, tavuk üretim çiftliklerinde yetişen hayvanların etleri, deniz çiftliğinde üretilen balıkların etleri; doğal değildir ve allostazı arttırıcı özelliktedir.
Doğal yetişen meyve, sebze ve besi hayvanların etleri ve ürünleri, soğuk su balıkları, kabuklu kuruyemişler, doğal bal; insan bünyesine (homestaz) uygun besin maddeleridir.
Gerçekler böyle iken bilim dünyasında yer alan çeşitli uzmanlık dallarına ait bilim insanları farklı beslenme önerileriyle açıklamalarda bulunuyor. Bu çeşitliliğin nedeni, objektif olmayan ve belirli bir referans temel alınmadan yapılan çalışma sonuçlarıdır. Örneğin, yüksek yağ içerikli ve düşük karbonhidratlı beslenme epilepsi hastalığına iyi gelirken kardiyoloji uzmanları tam ters görüşü savunabiliyorlar.
Buradaki esas sorun, tıbbi anlayıştır. Vücudu bir bütün ve hastalığı da o bütüne ait bir sorun görmeyen, hastalığı bir dokuya hapseden tıbbi zihniyet; deyim yerindeyse her kafadan bir ses çıkması ile gerçeklerden uzaklaşıyor. Hristiyan bilim insanları ateist bilim insanlarına, çevreciler sanayicilere, doğallıktan yana olanlar materyalist düşünceye, çocuk hekimleri yetişkinlere, klasik fizikçiler kuvantum mekaniğine, cerrahlar iç hastalıklarına karşı tezler ürettikçe gerçeğe ulaşılamayacağı açıktır.
Oysa, temel referans ve ortak nokta: doğallık olmalıdır. Doğal bir besin maddesi olan yağı yasaklamak ya da alımını azaltmayı önermek, sözde bilimselliğini bir organa hapsetmiş, nedene değil sonuca göre hareket eden, şartlanmış ve bu nedenle objektif bilimsel özelliklerini yeterince ortaya koyamayan zihniyetin eseridir.
Son yılların ortaya çıkarmış olduğu yağ, et ve sebze ağırlıklı beslenme biçiminin hem beyine hem de vücudun işleyişine olan olumlu katkıların bilimsel sonuçları yanında yapacağımız basit bir mantık yürütme ile bu gerçekliği bir kez daha ispat edebiliriz. Şöyle ki; beynin ¾’ü yağlardan oluşur. Bu yağlı madde içinde görev yapan maddeler et parçacıklarıdır (aminoasitler). Sebze ve meyvelerde bulunan mineral ve diğer maddeler, bu yapının daha iyi çalışmasını sağlarlar. Şeker ve unlu besinlerin bu yapı içinde yeri yoktur. Glikoz, beyin için yakıttır. Ancak vücudumuz yakıtı dışardan alıma değil, kendi üretimine göre programlanmıştır. Dışarıdan alınan basit karbonhidratlı maddeler (şeker ve unlu gıdalar) vücudun uyumlu yapısını bozarak hastalıklara zemin hazırlar ya da hastalıkların nedeni olurlar.
http://www.beyindoktoru.com/gercek-recete-dogal-beslenmedir.htm
Son düzenleme: 6 Aralık 2011
xzgrx, puncher ve ccmssx bunu beğendi.