Türk Savaş Sanatı (SaYoKan) ve diğer Savaş Sanatları arasındaki farklar

Konusu 'Savunma ve Dövüş Sporları' forumundadır ve Muafız tarafından 21 Ağustos 2014 başlatılmıştır.

Watchers:
Başlığı izleyen üye sayısı: 2 üye.
  1. Muafız
    Offline

    Muafız Üye

    Katılım:
    20 Ağustos 2014
    Mesajlar:
    57
    Beğenileri:
    58
    Ödül Puanları:
    18
    Cinsiyet:
    Bay
    Meslek:
    Öğrenci
    Yer:
    Ankara
    • SAYOKAN’IN BAŞKA SAVUNMA SPORLARINDAN FARKLARI -1

      A- MANEVİYESİ: Tayland savunma sporu MuaiThai’da yarışma öncesi sporcuların ringde yaptıkları dinsel ayini; Japon ve Kore savunma sporlarındaki “DO” sözcüğü kaidelerinin Shinto dini öğretileri; Çin savunma sporları Kung-fu versiyonlarında kuramsal Konfiçyonizm ve Taoizm öğretileri gibi dinsel dayatmaları spor adı altında sunmak yerine, SAYOKAN’da dünya milletlerinin ortak kabulünde yer alan evrensel erdemin öğretilerine yer verilmiştir. İnançlara saygı esas olup, evrensel, birleştirici ve bütünleyici değerler herkesçe kabul edilebilirdir. Evrensel kabullerde yer bulan manevi öğretiler, tarihimiz içindeki şahsiyetlerce dünyaya sevgi sınırları içinde baskılamadan sunulmuş, dünya medeniyetleri tarafından benimsenmiş ve hayata geçirilmiş değerlerdir.

      Japonca’ya vâkıf olmamızdan dolayı, örnekleri Japon savunma sporlarından veriyoruz. Aikido, Karate Do, Kendo, Tae Kwon Do, Judo sporlarındaki “DO” sözcüğü, SHINTO (din) sözcüğündeki “TO” sözcüğü ile aynıdır, aynı yazılır. “SHIN” sözcüğü tek başına okunduğu zaman “KAMİ” yani tanrı demektir. Shinto, “tanrının dini” öğretisi demektir. Yani “DO” sözcüğü ekini almış tüm savunma sporlarının gerçek amacı dini ve milli kültürel değerlerinin yaygınlaşması meselesidir. Bu çaba suçlanabilir veya yadırganabilir mi? Hayır. Burada belirtmemizin nedeni, bu ülkelerin kalkınmış, gelişmişliklerini milli ve manevi değerlerini milli siyasetlerinde yer veriyor olmalarıdır. Bu takdir edilesi bir durumdur. Bu gerçeklerin aktarılmasının bir başka nedeni isenedeni, SAYOKAN ile arada farkın bilgi olarak bilinmesini istemektir.

      SAYOKAN’DA 4 ÖZÜNÇELİK (HUSUSİYET) 4 BULUNGUN ANLAMI:

      1 – İman (4.Bölge-3.Hilal),
      2 – İlim (1.Bölge-1.Hilal),
      3 – Azimet (2.Bölge-2.Hilal),
      4 – Feraset. (4.Hilal-3.Bölge),

      Şematik olarak;

      İnanç, her bireyin kendine özgü inancıdır. Çünkü iman olmayan kalpte vicdan, adalet anlayışı olmaz. Bir anlamda nefsini tanrılaştırmış, yaşamının merkezine oturtarak, herkesin ve her şeyin kendi arzularına göre şekillenmesini isteyen bir kişilik meydana gelmiştir. Buna "Ben merkeziyetçi" yapı diyoruz. Böyle kişiliğe sahip insanların ortak bir hedefe yürümesi olası değildir, bir araya gelip bir topluluk oluşturması da olası değildir. Böyle sözde topluluklar çıkarların bittiği noktada ayrılırlar. Sayokan için böyle bir topluluk inşaa etmek, aslında topluluk olmamak demektir.
      - Nefsine düşman, kalbine dost ol. Nefsini tanıyan, gerçek düşmanın dışarıda değil, içte olduğunu bilir.
      - Şu beş kişi hariç istediğinle konuş;
      1.Yalancı ile konuşma: Yalancının sözü serap gibidir. Uzağı yakın, yakını da uzak gibi gösterir.
      2.Ahmakla konuşma: Zira ahmak, iyilik etmek isterken kötülük eder.
      3.Tamahkârla konuşma: Çünkü o seni bir lokma ekmek, bir yudum su için harcar.
      4.Cimri ile konuşma: Çünkü o, muhtaç olduğun bir şey için seni rezil eder.
      5.Korkakla konuşma: Zira korkak, hiç aldırış etmeden sana söver, Ana ve babana da söver.

      İlim, herkes için geçerli olup evrenseldir. İlimin olduğu yerden alıp gelmek gerekir. İlim sahiplerine saygı ve sevgi beslemek de edeptendir.
      - İlim, fiili için yaratılmıştır, yoksa sırf bellenmek ve millete anlatmak için değil. Önce öğren, ardından gereğini yap ve daha sonra da başkalarına öğret.

      - İnsan öğrenci olmadıkça âlim olamaz. Bildiği ile amil olmadıkça hakiki âlim olamaz.

      Azimet, Sayokan'ın evrensel hedeflerine kararlı bir şekilde yürümektir.
      - Hiç bir nimet yoktur ki yanı başında bir sıkıntı bulunmasın, hiçbir başarı yok ki tasa içermesin, hiçbir genişlik yok ki beraberinde bir darlığı barındırmasın.
      Feraset ise, nifak, fitne tuzaklarına, oyunlarına ve hilelerine karşı daima uyanık olmak demektir.
      - Haset edenin rahatı yoktur. Cimrinin vefası yoktur. Asık yüzlünün dostu yoktur. Yalancı mürüvet yüzü göremez. Hainin görgüsü makbul sayılmaz. Kötü huylu efendi olamaz.

      Sporla ilgili Milli önderimizin de tavsiyeleri bulunmaktadır.
      “Spordan yoksun olan bir gençlik, nasıl ki vatan müdafaası sırasında etkili olamıyorsa, insan denen varlığın kafa yapısı da ne derece tekâmül ederse etsin, bedeni inkişafı noksan ve yetersiz olursa, o vücut o kafayı ileriye götüremez, taşıyamaz.” M. K. ATATÜRK

      “Biz, millet için ve millet ölçüsünde spor istiyoruz. BİRİNCİ GELEN TEKLER İSTEMİYORUZ. Sağlam yapılı, güzel gövdeli ve inkılap ahlakiyatını benimsemiş on binler ve yüz binler istiyoruz.” M. K. ATATÜRK

      “Türk sosyal bünyesinde spor hareketlerini düzenlemekle vazifeli olanlar, Türk çocuklarının spor hayatını yüceltmeyi düşünürken SADECE GÖSTERİŞ İÇİN HERHANGİ BİR YARIŞMADA KAZANMAK AZMİYLE SPOR YAPMAZLAR. ESAS OLAN HER YAŞTAKİ TÜRKLER İÇİN BEDEN EĞİTİMİ SAĞLAMAKTIR. Her çeşit spor faaliyetlerini, Türk gençliğinin milli terbiyesinin ana unsurlarından saymak lazımdır.” Atatürk.

      “Şunun bunun teveccühünden kuvvet almaya tenezzül ederseniz, bugününüzü bilmem; fakat, geleceğiniz çürük olur.” M. K. ATATÜRK

      “Her şeyden önce maneviyat, kalp ve vicdan gücü yüksek tutulmalıdır.” M. K. ATATÜRK

      “İnsanlar daima, soylu ve mukaddes hedeflere yürümelidirler. Bu tarzda yürüyenler ne kadar büyük fedakârlık yaparlarsa o kadar yükselirler.” M. K. ATATÜRK

      Bir sistemin maddîyesi ancak onu ayakta tutacak manevîyesi ile mümkündür. Bu manevîyat, tüm insanlığı kucaklamalı, fertleri nefsî değil, kalbî olmalarını sağlayacak nitelikte olmalıdır. Bu noktada SAYOKAN, inançlara saygıyı imanın gereği olarak ortaya koyar.

      https://fbcdn-sphotos-b-a.akamaihd.net/hphotos-ak-prn1/t1/1535485_798334033517343_1676538965_n.jpg

      SAYOKAN’IN BAŞKA SAVUNMA SPORLARINDAN FARKLARI -2

      B- TARİHİ ARKA PLAN: Savaş sanatlarının “atası” olarak kabul edilen Çin’i, tarihi geçmişiyle tanıdıktan sonra, Türklerin’ de Orta Asya tarihine kısa bir göz geçirme ihtiyacı doğmaktadır. Çünkü bu anlaşılır olursa, Sayokan’a Türk tarihinde bir yer bulabilir, Sayokan için “tarihimizin neresinde Sayokan veya benzeri bir çalışma olmuş?”, “Türklerin kendilerine ait savaş sanatı mı olurmuş?” önyargılarından bir nebze de olsa kurtulmuş oluruz. Sanıldığı gibi Japon, Kore, Çin ve Tayland savaş sanatları derin tarihi geçmişe sahip değillerdir. Bu ülke insanları, kurucular tarafından ortaya konan savaş sanatları çalışmalarını takdir ile karşılamış, milletin takdirine devlet sahip çıkmıştır.

      Bugünkü Çin’de pek çok dil ve lehçe bulunuyor ve bunlar birbirlerinden çok farklılar. Örnek olarak bir Kuzey Çinli, bir Kanton’luyu anlayamaz. Ancak, her söze bir işaret takabül eden Çin yazısı türlü dil ve ağızlarda konuşan Çin halkının birbirleriyle anlaşabilmelerini mümkün kılmış bulunuyor. Çünkü bu yazıdaki işaretler sesleri değil kavramları ifade etmektedir. Buna göre aynı bir yazı işareti (ideografik sembol) iki ayrı dilde başka başka şekillerde okunsa bile onun ifade ettiği anlam aynıdır ve buna göre başka başka dillerde konuşan iki kişi yazı aracılığıyla anlaşabilirler.

      Aslında ilk önce teşkil edilen ideogramlarda (Türk tamgaları, Sümer ve Hitti yazıları vb) söz konusu şeyin söyleniş şekli (ses) değil, gösterdiği şekil (sın) önemli idi. Bu hal yazının halklar arasındaki kullanılış alanını genişleten bir tarzdır ve buna göre dilleri farklı olsa bile birçok kabileler aynı yazıyı kullanabileceklerdir ki, en eski kemiklerde gördüğümüz teşekkülünü tamamlamış Türk tamgaları yerine otokton Çin halkının geliştirdiği yazı şeklinin tutunmuş olmasının ana sebebi de budur. (Mirşan,K. At-Oy Ögüntün Eminis; s 61,

      Han zamanında (M.Ö. 206- MS 220) Kançelarya yazısı Lishu gelişmiş bulunuyor. Çin’de kitap baskılarında kullanılmakta olan Kayshu yazısı ise M.S. 500’lerde teşekkül etmiş bulunmaktadır. Bugün ise Kuzey Çin diline dayanan genel bir dil yaratılmaya çalışılıyor. Putongxua veya Mandarin dili denilen bu dildeki bilinen yazı işareti (tamga sayısı) 47 bin civarındadır. Çin’de kağıt üzerine yazı yazılmaya Msixa Tengri’den sonra 2. yüzyıl başlangıcında başlanmış bulunuyor. Bayerl, G.Pichol, K. 1986; Papier-Producte Aus Lumpen, Holz und Wasser; Hamburg.

      Çinlilerin ana vatanı hakkında yargıya varırken, şunu da göz önünde bulundurmalıyız ki Türkler Çinlilerden en azından 5 yüz yıl önce bile fırça kullanarak kağıda yazı yazmış bulunuyorlar. (Altı Yarıq Tigin Irak Bitiq, Norveç Türkleri yazısı vb.) En eski Çin yazısının mühür yazısı Xuanshu olması da onların Türk yazısına kıyas ile çok geç zamanlara ait olduğunu gösteriyor. (Mirşan,K. At-Oy Ögüntün Eminis; s 61)

      Kemik ve bronz üzerine yazılı en eski Çin yazıları arkeologlar tarafından Shang (M.Ö.1766-1122) ve Chou (M.Ö.1122-255) saltanatları çağlarına ait olarak değerlendirilmektedirler. Mokusen Miyoki 1972; Kreisen des Lichtes Weilheim, sahife 14)

      Erken Türk tarihine göre bugünkü Çin’in Büyük Okyanus kıyılarında Üç Ok Urukın Ot-Oz Tatar, Kıtan, Tatabı boyları yaşamış olduğuna göre bu yazıyı geliştirenler de Ok’lar (yani Türkler) dır.

      Kara Kıtaylar kendilerine OQ diyorlar, bunu da yine bıraktıkları kendi en eski yazılarından öğreniyoruz. (Mirşan,K. At-Oy Ögüntün Eminis; s 17, s 50)

      W. Eberhard Çin tarihi hakkında şunu söylüyor;

      “Modern araştırmalar, yalnız bu raporların muahhar zamanlarda uydurulmuş oldukları değil, böyle hikayelerin neden yazıldıklarını da gösterdiği gibi, eski kronolojinin yanlış olduğunu ve eski zamanlarda yazılan tarih kitabının bütün tarihlerini M.Ö. 900 yılına indiren yeni bir kronolojinin kabul edilmesi gerektiğini de meydana koymaktadır. Şurası muhakkak ki, modern arkeoloji Çinin eski çağlar hakkında rivayetlerini ve raporlarını tamamı ile çürütmektedir. Arkeoloji, M.Ö. 3 üncü bin yılda mevcut olduğu idia olunan böyle yüksek bir kültürün hiçbir izi görülmediğini, ancak M.Ö. 1000 yılından itibaren bir hakiki “Çin” kültüründen bahsedebileceğimizi göstermiştir.(Eberhard, W. 1987, Çin tarihi, Ankara; s.12.)

      “Tao” ismi olarak değerlendirilen Erken Cou saltanatı çağına ait (M.Ö. 11. yüzyıl) en eski ideogram bir bronz üzerine resmedilmiş olan “Yol+baş+ayak” olmak üzere üç elementten ibarettir. Belki de ilk Çin yazısı şeklidir. Çünkü Türk tamgaları bu çağda artık ideogram formunu çoktan geri bırakmış bulunuyor. Yine Haarmann’a göre Çin’de tarih yazımı Han saltanatı M.Ö. 206-M.S. 220 çağında teşekkül etmiştir. Bu tarih mitolojik bir kral çağında (M.Ö. 2953-2205) başlatılmış bulunuyor(?). Esas tarih, kurucusu Büyük Yu olan Xia Saltanatı (M.Ö. 2205-1751) ile başlamış ve onu izleyen, Shang batıdan gelmiş bulunuyor, çünki o Orta İl (pro-Çin)’e savaş arabaları ve bronz dökümü sanatını getirmiş bulunmaktadır. Haarmann, kemikler üzerine yazılan ve fal aracı olarak kullanılan ideogrammlardan sonra, Çin’de hakiki anlamda yazı yazılmasına M.Ö. 700’ lerde (Chou saltanatı çağında) başlandığını belirtiyor (Haarmann, H.1991; Universalgeschichte der Schrift; Zürich s.106,108,110).

      Buna göre evvelemirde, Türkler ile Çinliler arasındaki ilişkiyi M.Ö. 880’lerden sonraları olarak başlatabiliriz. Çünki burunlarının dibine kadar gelmiş olan Türklere karşı UYUŞIL ÖGÜZ (Huang Ho nehri)’ün büyük kıvrımı arasındaki dağlık arazide, yalnız doğudan değil, bu sefer batıdan da sıkıştırılmış olan Çin devletinin (M.Ö. 350) o zamanki halkı (yani Çinlilerin ataları) kendilerini toparlama durumunda kalmışlardır. Eberhard’ın M.Ö.900 ve 1000 yıllarını ve Haarmann’ın M.Ö.700 yıllarını ele alışları doğru tarihtir. Çünki Türklerin TABIGAÇ dedikleri (Orta il, pro-Çin) kültürü, bilhassa bu günki Çin yazısının esası, ancak bu çağlarda gelişmeye başlamıştır. Ondan önceki çağlarda tarih sahnesinde Çinliler değil, OQ’ lar (Oq Türkleri) bulunuyordu. M.Ö.3000 veya 2953 veya 2697 veya 2205 yaıllarından başlatılan ve Chou (M.Ö.1122-255) saltanatı ile devam eden, bu halkın Türk tamgalarına dayalı kültürü, bugün “Çin medeniyeti” olarak yorumlanan, cihanşumul (Yani yeryüzündeki bütün medeniyetlerin atası olan) bir kültür ve medeniyettir. Yani Çinlilerin kendilerine yamadıkları kültür, OQ Türklerinin kültürüdür.

      Türkler Orta İl (Pro-Çin) halkına “Barbar” (Tabıgaç) demiş bulunuyorlar; Çünki OQ UDURUKIN YIŞ (OQ stratejisi Kostitusionu)’a kıyas ile Orta İl’de medeniyet namına hiçbir şey yoktur. Nitekim günümüz turistleri Çin (?) Medeniyeti eserlerini görebilmek için OQ UDURIQIN YIŞ’a giderler.

      Diğer taraftan, Yolluğ Tiginin açıkça belirttiği gibi (Mirşan, K.1991; Bolbollar, s.65) Orta İl halkı barbardır, fakat sonradan onlar medeni OQ’lar üzerinde hakimiyet kurmuşlar. Tıpkı Romalıların Büyük Etrüsk Medeniyeti, Yunanlıların Pra-Grek Medeniyeti, Arapların Büyük Pra-Mısır Medeniyeti ve Rusların Büyük Türk Medeniyeti üzerine kurdukları “imha edici” hakimiyet gibi.

      Çin tarihi Han Saltanatı çağında (M.Ö. 206-M.S.220) yazılmaya başlanmıştır. Fakat tarihçiler M.Ö. 3000 yılına kadar olan çağdaki mitolojik krallardan bahsetmiş bulunuyorlar. Meydan Larosse (1970, 3,s.242) bu hususta şöyle diyor. “Eski Çin tarih yazarları, tarihlerinin başında çok uzak devirlerde hüküm sürmüş sayılan hükümdarları anarlar. Bunları, birçok teknikleri ve kurumları icat etmiş olan, bilginler olarak gösterirler. Bu tarihçiler, gerçekte akılcı ve ahlakçı bir görüş ile, bu hükümdarların masallaşmış yanlarını ne kadar silseler ise silsinler, bunlar birer masal kahramanıdır.”

      Türk tarihi bu ifadedeki hakikatleri açıkça sergilemektedir. Çin tarihi ancak M.Ö. 700’lerden başlar. Ondan önceki tarih, Çinlilere değil, üç OQ ırkından OT-OZ TATAR, QITAN ve TATABI’ya ait haberlerdir. Bunu Han Saltanatı çağına ait tarihçilerin bilmeleri imkansızdır. Çünki ellerinde hiçbir yazılı belge bulunmamaktadır. Buna karşılık Türkler B.Ö. 800 yıllarından başlayarak, bugün Çin diye bildiğimiz ülke halkları hakkında (İsa’dan önceki çağlarda) devamlı olarak yazmış bulunuyorlar.

      Çinlilerin Türkler hakkında yazdıklarına gelince… Onlar Türkleri hakiki anlamda ancak İsa’dan sonraki çağlarda tanımışlardır. Kendi tarihlerini de İsa’dan sonra yazmaya başladıklarına göre, İsa’dan önceki çağlarda yaşamış Türkler hakkında (OQ’lardan) duyduklarını da İsa’dan sonraki çağlara sıkıştırmaya çalışmışlardır. Yani, Çinlilerin Türkler hakkında anlattıkları yarı hakikat, yarı masaldır. Buna ek olarak, Çinlilerin Türkçe sözleri telaffuz edememelerini, bunların çoğunu Çince olarak söylemeyi tercih ettiklerini ve hadiseleri Çinli gururunu okşayacak şekilde dile getirdiklerini görürüz.(Mirşan,K. At-Oy Ögüntün Eminis; s 61, s 62, s 63, s 65)

      Tarih konusunda Çinlilerden öğrenecek bir şey yoktur, tersine tarihlerini Çinliler kağanlarımızın yazdırdığı bitik taşlardan alarak yazmaya çalışmışlardır. Bugünkü Çin topraklarının büyük çoğunluğu asırlar boyunca Türklerin elinde olduğu için, Türklerin yazıtları, bıraktıkları eserler Çin arşivlerinde kalmıştır. Çinlilerin arşivlerini açmamalarının sebebi masallara dayanan tarihlerinin ortaya çıkması korkusudur.

      12 hayvanlı takvimi bile Türklerden alan Çinliler, Türklerin takvim hesaplarını çözememişler, kendi mantıklarına göre yorumlayarak 12 hayvanlı bir Çin takvimi oluşturmuşlardır.

      Bilgi notu olarak aktarma ihtiyacı hissediyoruz, Urkunca, Orta Asya’da bütün dilleri direk veya dolaylı şekilde etkilemiştir. Buna en güzel örnek, “TAY” sözcüğüdür. Hem kendi dilimizde güncel bir sözcüktür, hem de diğer üç dilde günceldir. Önce kendi dilimizde nerelerde kullanılıyor bir bakalım. “TAY” sözcüğü, “ulu, yüksek, engin, derin, büyük okyanus” anlamlarına gelir. Ülkemizde hala kullandığımız ve dilimizde yaşayan bir sözcüktür. Örneğin; DanışTAY, SayışTAY, YargıTAY, KurulTAY, AlTAY, KamuTAY, OkTAY, ÇağaTAY, gibi…Atın yavrusu için TAY denmesi, ilginç bir yanlışlıktır. At yavrusuna Türkçede KULUN denir, bu sözcüğün kullanılması doğrudur.

      Türkçemizde güncel kullandığımız bu “TAY” sözcüğü, Urkunca da

      sağdan sola bu şekilde yazılır. Japon, Kore ve Çin dillerinde ise, bu şekilde yazılır. “Tay” sözcüğünden oluşan sözcüklere örnekler şu şekilde verebiliriz. Her üç dilde de, TAIYOU, güneş; KOUTAYSHI, veliaht; TAIHEIYOU, Pasifik okyanusu; TAISEIYOU, Atlantik okyanusu demektir. Bilgi notu olarak aktarmak istedik. Yani, Türklerin Orta Asya Milletlerini ve kavimlerini gerek dilleriyle, gerek kültürleriyle, gerekse de inanç değerleriyle ne kadar etkiledikleri tarihi bir gerçektir. Şamanizmin ve Budizmin nasıl etkilendiğine girmek istemiyoruz.

      Japon ve Kore yazı dilinde kullanılan, Kanji olarak nitelendirilen ve Çinceden geçmiş bir yazı dili vardır. Telaffuzları farklı da olsa, yazı dilinde anlamı aynı olduğundan bu üç millet yazıyı gördükleri zaman ne denmek istendiğini anlarlar. Buna örnekleri aşağıda görebilirsiniz.

      Okunuşları farklı da olsa, gerek Çin, gerek, Japon gerekse de Kore dillerinde aynı anlamdadır. “TAI” yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, büyük, yüksek, ulu, okyanus; “CHI” ise kutup, doruk, zirve anlamlarındadır. Yani, TAICHI, “büyük, ulu zirve” anlamındadır. Taichi’ de bir Çin spor dalıdır.
      Savaş sanatlarında bilinen bir sözcük olan Kung-Fu spor dalı da aynıdır. KUNG, liyakat, meziyet, başarı, tesir, muvaffakiyet; FU ise, adam, koca anlamlarında kullanılır. Yani, liyakatli, başarılı, etkili, meziyetli adam, demektir. Bu spor dalı da Çin’e aittir.

      Ülkemizde federasyonu bulunan WUSHU spor dalı da aynı benzer yapıdadır. “BU” sözcüğünün anlamını yukarıda açıklamıştık. Ordu, silahlı kuvvetler demektir. JUTSU, sanat demektir. Yani her iki dilde bu ifade, “savaş (harp)sanatı”, demektir.

      Çinin dünya medeniyetlerinin kökeni olmasının çürütülmesi, dünya savaş sanatlarının kökenini oluşturduğu iddiasını da kabul edilemez yapar. Kabul edilebilir yanı, savaş sanatları çalışmalarını, kayıt altına almaları, bu alan üzerinden kendilerini tanıtmalarıdır. Savaş sanatları kayıtlarına tarihi saptırmaları da ilave ederek kendilerine derin bir Çin tarihi(!) oluşturmuşlar, siyasi amaçlarına da hizmet ederek dünyaya kabul ettirmişlerdir, bundan dolayı başarılı olmuşlardır.

      Türklerin en azından M.Ö. 879 yılında İstemi Kağan’ın kurduğu ve M.S. 580 yılına kadar devam eden Türük-Bil devleti döneminin başından itibaren, düzenli ordu, savaş taktikleri, savaş silahlarını imal etme ve kullanabilme başarısı 1459 yıl devam etmiş. Bu uzun soluklu hükümranlık ve Orta Asya hakimiyeti, bir milletin savaşa dair bilgilerinin ve geliştirdiklerinin küçümsenmeyecek kadar önemli ve etkili olduğunu ortaya koyar. Örneğin, ayaklarını ustaca kullanan askerlere urkunca “Bönger” denilmiştir. “Bönge” tekme demek olduğuna göre “Bönger” usta tekmeci demektir. Bir insanın usta tekmeci olabilmesi için, ayaklarını (tekmelerini) normal insanlardan farklı, etkili kısacası usta sözcüğünün karşılığı yetenekte kullanması gerekir. Buradan şu anlaşılıyor ki, Bönger olmak bir ayrıcalıklı olmak demektir.

      Sonuç olarak, Çin, Kore, Japonya ve Tayland gibi ülkeler, bugün savaş sanatlarını icat etmiş, meydana getirmiş değillerdir. Bundan dolayı, savaş sanatları tekniklerini Çin’e, Japonya’ya, Kore’ye, Tayland’a vs. mal etmek doğru değildir. Katkı sağlamışlar mıdır? Elbette sağlamış olabilir. Bu bir etkileşim ve ilham kaynağı meselesidir.

      Örneğin Çin, Japonya ve Kore savaş sanatlarının içinde kullanılan, kılıç ve kargı kullanım ustalığı, Türklerde çok yaygın, çok gelişmiş olduğu Kül-Tigin abidelerinde de vurgulanmaktadır. Bu silahların kullanımında ustalaşmış Türk askerinin, silahsız durumda kendini savunamayacağı düşünülemez. Muhakkak silahsız savunmada kullanılacak el ve ayak hareketlerinin de belli bir disipline sahip, eğitiminin olması gerekir. Kuşak güreşi ve aba güreşi gibi dallardaki teknikler yabana atılan teknikler değildir. Türklerde usta-çırak eğitimi ve ilişkisi göreceli olduğundan, yazılı belge haline getirilmediğinden dolayı silahsız savunma teknik ve taktiklerinin olmadığını söylemek, Türk savaşçılarını özürlü göstermek demektir. Savaşçılar, silahları iyi kullanma yeteneğine sahip oldukları gibi, silahsız oldukları zamanda ve gerektiğinde kendilerini savunabilmişlerdir.

      Yukarıdaki tarihi bilgiler ışığında, bugün Tibet’te, Nepal’de, Hindistan’ın kuzeyinde yaşayanlar Dokuz Ersin Türklerinin torunları olup, Budist Türklerdir. Ayrıca, Kara Kıtay ve Tatabı Türk Boyları, yine Budistleşmiş bugünki Kore, Tungus-Mançurya’lılardır. Çin’in kuzeyinde ve okyanus kenarında yaşayan Çinliler! Budist olmuş Oğuz Türklerinin bir kısmıdır. Ayrıca Eçim Kağan M.Ö. 501 Tonguz-Lağzın (Domuz) yılında tüm Çin’i hakimiyeti altına almış ve Türk boyları yerleşmiştir ki, o dönemde Çinli diyebileceğimiz ırk çok azdı. Yani Eçim Kağana karşı en kalabalık Çin ordusu 17 bin atlıdan oluşuyordu. Tüm Çin’in nüfusunu siz düşünün. Tüm Asya’da Türklerin de nüfusunu düşünün.

      Bu bilgiler ışığında kuramsal ve uygulama olarak, savaş sanatlarına dair ne varsa, Çin’e, Japonya’ya, Kore’ye ve Tayland’a mal etmek yada savaş sanatlarının kökeni Çin’ dir demek ya bilgisizlikten olur yada kendimize öz güvenin kaybolmasından kaynaklanan yabancı hayranlığından olabilir.

      Sayokan’ın içinde “Bönger” kabiliyetlerini geliştirmek için ayak teknikleri mevcuttur, el teknikleri mevcuttur. Bu teknikler, hareket analizleri, kullanım amaçları, yarışma kural ve kaideler, ritüeller açısından diğer sistemlerden farklılıklar ortaya koyar. Yani Çin, Japonya, Kore, Tayland tarihinde Böngerler yokken Türk tarihinde böngerlerin olduğunu biliyoruz.

      Sayokan yeni derlenmiş bir spor dalıdır, ama Türklerin binlerce yıl önceki kuramsal ve uygulamalı bir çok değerlerini öğretim biçimi şeklinde içinde barındırır ve uygular. Yeni bulunmuş bir şey yoktur, kurucunun yıllardır yaptığı araştırmaları sonunda, modernize ettiği bir eğitim sistemi, spor dalıdır. Aynı Japon, Koreli, Çinli kurucuların yaptığı gibi.

      SAYOKAN’IN BAŞKA SAVUNMA SPORLARINDAN FARKLARI -3

      C- TEKNİKSEL BOYUT:

      Her şeyden önce şu bilinmelidir ki, tüm savunma sanatlarında kullanılan el, ayak ve bedensel teknik yetenekler ait oldukları milletlerce yaratılmış teknik veya yetenekler olarak düşünülemez; çünkü, İnsanın tüm sahip olduğu bedensel imkânları Allah tarafından yaratılmış ve verilmiştir. Savunma sporları yaratılıp insanoğluna verilen bu uzuvları kullanabilme olanaklarını disipline eder. Neye göre disipline eder? Bu alanla iştigal eden ustaların Savunma sporundan ne anladığına, ne elde etmek istediğine göre disipline eder ve bu disiplinleri yine kendi anlayışına göre kaide ve kurallar ile yaşamasını, devamını sağlar. Bu anlayış yukarıda bahis olduğu gibi tarihsel ve geleneksel değerler kılavuzluğunda olur. Bu anlayışla savunma sanatları tekniklerine bakarsak, Japon karate yumruğu, tekmesi, Kore Tae Kwon Do yumruğu tekmesi vs. gibi milletlere mal ederek bir sonuç çıkaramayız. Hakikate aykırıdır, bilimsellikten uzaktır. Örneğin biçimsel olarak karate, tae kwon do ve kung-fu temel yumruklarının, tekmelerinin arasında ne fark olduğunu dış gözle kimse izah edemez. Ama bu gözümüze benzer gelen teknikler spor bilimlerinde ele alınırsa hareket analizleri açısında arasındaki farklar bilimsel olarak anlaşılır, görülür ve uygulayıcıları tarafından da yaşanılır olacaktır. Savunma sporlarında amaç yumruklar veya tekmeler yaratmak değil zaten var olan ve bize Allah tarafından verilmiş olan bu imkânları disipline etmektir. Tüm savunma sanatları el ve ayak tekniklerinin güçlü olması hedeflenmiştir. Amaç, teknikleri en güçlü yapacak unsurları ve faktörleri bulmak ve bunları disipline ederek, bu disiplinleri bedenimizde yetenekler seviyesine çıkarmak, bu yeteneklerle yarışma alanlarında yarışabilme seviyesine çıkmaktır.

      Gelelim SAYOKAN'a... SAYOKAN'da var olan tüm el ve ayak teknikleri SAYOKAN’ın kurucusu "Yabgu" Nihat YİĞİT'in bu alanda sahip olduğu 40 yıla yakın tecrübesi; bu tecrübelerin tarihi ve geleneksel motiflerle donatılması; tekniklerin hareket analizlerinin spor bilimleri açısından ciddi farkları (Buna en önemli etken tekniklerdeki ivme kuvveti-Bazı teknikler, bazı tarım araçlarının kullanılması sırasında elde edilen biçimselliği ve kullanılan kas guruplarının kullanılmasıyla icra edilmektedir. Ör: Orak, Tırpan, kanca); bazı tekniklerin milli ve tarihi sembol, tanımlardan oluşması (Ör: sancak tekniği, 4 Bulung-4 Ayça tekniği); Kuşak renklerinin tarihimizdeki 4 yöne verilen renklerin olması; eğitim dönemlerinin ahilik anlayışına göre 7 kapı içinde icra edilmesi;

      Selamlaşmanın Türk tarihindeki selamlamayla yapılması gibi farklar başka savunma sporlarında olmayıp SAYOKAN’da icra edilmektedir.
     
  2. Matsumura
    Offline

    Matsumura Üye

    Katılım:
    3 Temmuz 2014
    Mesajlar:
    106
    Beğenileri:
    43
    Ödül Puanları:
    38
    Cinsiyet:
    Bay
    Bak güzel kardeşim, ilk paragraftaki "dinsel dayatmalar" kısmından sonrasını okumadım dahi ve sana şunu söylemek istiyorum hiçbir do sporunda sana zorla dinsel dayatma yapmazlar.

    Hatta hiçbir sporda sana dayatma yapılmaz ve bütün savaş sanatlarının altında o saydığın erdem, saygı vs güzel duygular öğütlenir.

    Hiçbir sporda dininizi bırakın budaya tapın, gidip insan öldürün, yalan söyleyin denmez.

    Ayrıca savaş sanatlarının "atası" çin sayılır diye bir şey yoktur.
    Ve aynen sanıldığı gibi çin tayland kore gibi savaş sanatlarının senin sandığının da aksine çoook derin tarih ve felsefeleri vardır.

    Şimdi neredeyse hepsini özetleyecek olursak savaş sanatlarınin hepsinin ortak 2 amacı vardır
    1-kendini savunmak
    2-Ki-Chi denilen hayat enerjisini yönetebilmek
    Ve bu 2. Si olan Ki enerjisi de bizi sandığının aksine türklere değil "Budhadrama"ya götürüyor yani eski budist tapınaklarına.

    En son olarak da şunu söylemek istiyorum ki ben şimdiye kadar taa binlerce yıl öncesini bu kadar araştırıp kendi savaş sanatını diğerlerinin gerçek atası olarak göstermeye çalışan başka bi spor dalı görmedim yahut gördüm fakat bu yine bir şeyi değiştirmez.Hiç kimse şu vakitten sonra "aa savaş sanatlarının atası SaYoKan'mış hadi kung fu,karate,takenwando,muay thai'yi tarihe gömelim" demez.

    O yüzden bırakın da isteyen istediği spor dalını seçsin kimse tarihi gerçekten bilemez.




    Sent from my iPhone using Tapatalk
     
    Muafız bunu beğendi.
  3. Muafız
    Offline

    Muafız Üye

    Katılım:
    20 Ağustos 2014
    Mesajlar:
    57
    Beğenileri:
    58
    Ödül Puanları:
    18
    Cinsiyet:
    Bay
    Meslek:
    Öğrenci
    Yer:
    Ankara
     
  4. Matsumura
    Offline

    Matsumura Üye

    Katılım:
    3 Temmuz 2014
    Mesajlar:
    106
    Beğenileri:
    43
    Ödül Puanları:
    38
    Cinsiyet:
    Bay
    Ben seninkini okumamış olabilirim fakat sen de benimkini okumamışsın

    Örneğine de bayıldım bu arada :D

    Dinsel dayatma yoktur dememim neresini anlamadın

    Ayrıca gittiğim karate salonunda japon bayrağı asılı değil ki asılsa dahi bu saygıdandır milliyetçilikten değil.
    Ve sen gidip japona bayrağına selam verip buda'nın önünde eğilsen dahi ne budist sayılırsın ne de japon ayrıca bu sadece ve sadece saygıyla alakalıdır.

    Son olarak eğer ilk cümlemi okusan ne kadar kısmını okuduğumu anlardın



    Sent from my iPhone using Tapatalk
     

Sayfayı Paylaş