cexenes, harun yahyanın kitabının linkini atmışsın. harun yahya(adnan hoca) 1.5 yıl akıl hastanesinde yatmış, ve daha önce mankenlerle alem yapıp hapse girmiş bir insan. bence adnan oktar sana dini en son anlatacak kişi olmalı.
Adnan Hocanın bir savunucusu değilim ama bu ve buna benzer konularda açıklamaları olmuş bazı konularda çokta doğru tespitler yapmış ama yaşantısında anlattıklarını yaşıyamamış bir sürü insan var ve bu ayrı bir tartışma konusu körü körüne bir şeye bağlanmıyacak kadar bilgi sahibiyim burda 6 senesi bilimle geçmiş hayatın gerçeklerini çözdüm diyebilen arkadaş gibi bir tavır izliyemem ama şunuda belirtmem gerekirki bende neden varım neden böyle diyerek bir 40 yıl devirdim müslüman doğdum atesit oldum sonra ben ne yapıyorum dedim hep bir arayışın içine girdim çok çeşitli grupların içinde bulundum bazı şeyleri çok uç noktalarda yaşadım sonra birgünde dedim ki esas bize ait olan ailemizden atalarımızdan gelen dinimizi araştırayım bu noktaya gelene kadar araştırmadığım şey kalmadı diyebilirim ve Allahıma şükürler olsun bilinçli bir müslümanım gerçek düşüncelerim bu foruma biraz ağır gelebilir.Şöyle bir söz var "biz yaradılanı yaratandan dolayı severiz" ve bizimde büyüklerimiz var sıkıştığımızda sorular sorup cevaplar alabileceğimiz önümüze ışık tutan insanlar bu konuya çok fazla takılmadım tamamiyle görüşüme ters burda bir tartışma platformu oluştu hiç kimseye kendi doğrularımı kabul ettiremem ama benim doğrularım şahsıma değil inandığım dinime aittir.Kuran ve bilim birbirinden ayrılmaz ama kuran ilmi bambaşka bir boyuttur bilim kuranı kerimin üstüne dünyanın sonu gelene kadar çıkamıyacak Allahu teala bize bilmemizi istediği kadarını veriyor çünkü.Bir alıntı yapıyorum çünkü kendi sözlerim yanlışlara sebebiyet verebilir ayrıca sözü söyleyipte kaçmak gibi bir şey söz konusu değildir bodyforumtr nin nöbetçisi değiliz sonuçta, kırıcı sözlere gerek yok düşüncelerim ve düşüncelerimin tercümanı alttaki yazıda mevcut herkesin varlığına ve düşüncesine saygı duyuyorum dünyanın ispat edemediği bir evrim teorisini(sadece teori)spor forumunda çok fazla tartışmaya gerek duymuyorum kaçmıyoruz burdayız.
DİN VE BİLİM
HALİL AKGÜN
Din ile bilim çatışır mı? Bu, modern dönemde en çok sorulan sorulardan biri. Dinî inanca karşı ‘bilimsel doğru'yu savunanlar, din ile bilim arasında bir çatışma olduğuna inanıyorlar.
Din ile bilim arasında çatışma olduğunu öne sürenlere göre, dinî öğretilerin çoğu bilimsel bir temele sahip değil. Fizik ötesi inançları bilimsel olarak isbat etmek ya da açıklamak mümkün değil. Bilimsel bilgi, deney ve gözleme dayanırken, dinî bilgi inanç ve ahlâk ilkelerini esas alıyor. Bu yüzden dinî inançları bilimsel bir sınava tabi tutamıyoruz. Böyle olduğu için de dinî inanç ile bilimsel bilgi arasında bir mesafe var. Bu görüşü savunanlara göre bu mesafe çoğu zaman bir çatışmaya dönüşüyor.
Yeni bir izah arayışı
Bu çatışmacı bakış açısının kökleri, Avrupa'da 17'nci yüzyılda meydana gelen bilim devrimine geri gidiyor. Bu dönemde büyük bir hamle yapan fizik bilimleri, Kilise'nin muhalefeti ile karşılaşmıştı. Hıristiyanlığın tasallutundan kurtulmak isteyen bilim adamları ve düşünürler, yeni bilimsel gelişmeleri dine karşı kazanılmış bir zafer olarak yorumladılar. Kilisenin temsil ettiği din anlayışından gittikçe uzaklaşan modern bilim ve felsefe, bu süreçte seküler ve din-dışı bir dünya görüşü geli ştirdi. Evrenin yaradılışıyla ilgili geleneksel dinî öğretiler bir kenara bırakıldı. 18 ve 19'uncu yüzyılda zirveye ulaşan mekanistik evren anlayışı, yaratıcı bir Tanrı, ahiret günü ve fizik ötesi gerçeklik kavramlarını dinî hurafeler olarak reddetti.
19'uncu yüzyılda pozitivizm, bu yeni bilim anlayışının resmi adı haline geldi. Pozitivistler , bilimsel olarak ispat edilemeyen hiçbir şeyin doğru ve gerçek olmadığını ileri sürdüler. Bir başka ifadeyle, fizik ve kimya terimleriyle izah edilemeyen hiçbir şeyin kanıtlanamayacağını ileri sürdüler. Böylece pozitivistler gerçekliği beş duyu organıyla algılayabildiğimiz şeylere indirgediler. Bu tanıma uymayan her şey metafizik bir hezeyan ve batıl bir inanç olarak reddedildi. Bu yüzden bilime mutlak hakikat gözüyle bakan pozitivistler, bilimin ötesinde “bilimcilik” diyebileceğimiz bir ideoloji geliştirdiler.
Bilim ile bilimcilik arasındaki fark
Bu “bilimcilik” inancının etkisi, bugün de devam ediyor. Bir örnek olarak Darvinci evrim teorisi ile dinlerin öğrettiği yaradılış fikrine kısaca göz atalım. Geleneksel yaradılış inancına göre evreni yaratan Allah'tır. O her şeyi belli bir nizam ve ölçü içerisinde yaratmıştır. Alemdeki her şeyin bir maksadı ve sebebi vardır. Allah'ın bu muazzam sanat eseri karşısında insanların O'nun kudretini takdir etmesi ve verdiği nimetlere şükretmesi gerekir.
Buna karşılık evrim teorisi bize her şeyin bir tesadüf eseri olarak ortaya çıktığını, yoktan yaratma diye bir şeyin olmadığını söylüyor. Yaklaşık otuz milyar yıl süren evrim süreci, alemdeki galaksilerin yegane sebebi olarak izah ediliyor. Yine buna göre yeryüzündeki hayat, benzer bir süreç neticesinde ortaya çıkmış. İnsanın maymundan geldiği fikri de bu evrim tarihinin bir parçası. Neticede ortada hiçbir ilâhi kaynağa ihtiyaç duymayan, bir anlamda kendi kendine var olan bir alem var. Bu evrim sürecinde yaratma fikrine yer yok. Bu yüzden evrimcilere göre evrenin bir mana ve maksadı olduğunu söylemek de anlamsız. Zira her şey, bu “kozmik çorba”nın tesadüf eseri olarak bugünkü haline gelmesinden kaynaklanıyor.
Bilimcilik fikrini benimseyenlere göre, Darvinci evrim teorisi bilimsel bir hakikattir ve alemi en iyi açıklayan modeldir. Paradoksal bir şekilde Darvin'in görüşlerinin bir ‘teori' olduğunu her seferinde söylüyoruz. Kesin olarak ispat edilememiş her sey bir teori olduğuna göre, Darvinci evrim anlayışının bilimsel bir hakikat olarak kabul edilmemesi gerekir. Fakat evrim teorisine “inananlar”, bunun bilimsel bir doğru olduğunda ısrar ediyorlar.
Bu yüzden evrim teorisi okullarda resmi bilim müfredatının bir parçası olarak okutuluyor. Bunun yol açtığı ikilemi görmek zor değil. Evde ve din derslerinde alemin Allah tarafından yaratıldığını duyan çocuklara, biyoloji derslerinde bambaşka bir model anlatılıyor. Bir tarafta alemin bir gaye için yaratıldığı söyleniyor, öbür tarafta bilimsel açıdan bu inançların hiçbir anlamının olmadığı telkin ediliyor. Bilimin ‘objektif' hakikatleri karşısında dinî inançların ‘ subjektif ' kaldığı ileri sürülüyor.
Evrim teorisi, din ile bilim arasındaki çatışma alanlarından sadece biri. Peki bu çatışma nereden kaynaklanıyor? Yanlış bir din anlayışından mı? Yoksa yanlış ve tek taraflı bir bilim anlayışından mı? Özetle söylemek gerekirse, sorunun temelinde bilimi, dinin yerine alternatif bir inanç sistemi olarak ikame etme girişimi yatıyor. 19'uncu yüzyılda August Comte'dan Karl Marx'a ve günümüzde Richard Dawkins'e kadar pek çok kişi bilime yeni bir din olarak umut bağladı.
Bilim neyi bilebilir?
Bilim, fizik gerçeklikle sınırlı özel alanının dışına çıkıp bütün gerçekliği izah etmeye kalktığında, din ile çatışma içerisine giriyor. Sadece din ile değil, felsefe, sanat ve ahlâk alanlarıyla da çatışmaya ba ş lıyor . Bir başka ifadeyle, bilim bir din olma iddiasında bulunduğunda, kaçınılmaz bir çatışma alanının içine giriyor. Büyük bir bilim geleneğine sahip olan İslâm medeniyeti, bilimin yerini doğru bir şekilde tanımladığı için bu tür bir çatışmaya hiçbir zaman imkan vermedi.
Bu noktada “bilim neyi bilebilir?” sorusunu sormamız gerekiyor. Tabiat bilimleri, fizik gerçekliği sistematik olarak inceler ve tabiat alemi hakkında bize somut bilgiler sunar. Bilimin ilgi ve bilgi alanına giren şey, laboratuvar ortamında test edilebilen varlıklardan ibarettir. Bu yüzden bilimsel deneyler benzer şartlar sağlandığı müddetçe tekrar edilebilir. Bu anlamda bilimsel doğruların evrensel bir niteliği vardır. Örneğin suyun kütlesel ağırlığı ya da kaynama derecesi, bilim adamının dinine veya milliyetine göre değişmez. Bilime bu ‘evrensellik ayrıcalığı'nı sağlayan, onun fizikî alemle sınırlı bir ihtisas alanına sahip olmasıdır.
Bilim, bu alanın ötesine geçip , fizik ötesi gerçeklik hakkında iddialarda bulunmaya başladığında bilim olmaktan çıkar, bir ideoloji haline gelir. “Meleklerin varlığını bilimsel olarak ispat edemeyiz, bu yüzden melek diye bir şey yoktur” demek, bilimsel değil, ideolojik bir önermedir. Aynı şekilde hakikat ve gerçekliği fizik alemle sınırlamak, bilimin değil, bilimci ideolojinin bir neticesidir.
Görüldüğü üzere sorun ne bilimin tabiat olaylarını incelemesinden, ne de dinin fizik ötesi varlıklara atıfta bulunmasından kaynaklanıyor. Bilim, söz söyleme imkanının olmadığı varlık alanlarını batıl inanç olarak reddettiği zaman bir kategori hatası yapıyor ve dinî bilgi ile bilimsel bilgi arasında bir krizin doğmasına yol açıyor. Bilimciliğin bu hatasını doğru anlamamız gerekiyor. Aksi halde bilimi mutlak bir bilgi kaynağı olarak kabul edip, fizik ötesi gerçeklikleri salt bilimsel kavramlarla izah etmek gibi bir yanılgının içine düşmek mümkün.
Dinî inanç ve bilimsel tefsir
Bu tartışma, İslâm dünyasına iki şekilde yansıdı. Birincisi, pozitivist bilim anlayışının hiçbir tenkide tabi tutulmadan müslüman toplumlara aktarılması oldu. Türkiye'de 19'uncu yüzyıl bilimini esas alarak İslâm'ı tenkit ve en nihayetinde reddeden Cumhuriyet aydınları, bu bakış açısının önde gelen temsilcileridir. İkincisi, modern bilime İslâmiyet içinde bir yer bulmaya çalışan dindar düşünürlerin tepkisi olarak ortaya çıktı. Bu ikinci akımı, kısaca ele almamızda fayda var.
19'uncu yüzyılda pozitivist bilim anlayışının etkisi altında kalan pek çok müslüman düşünür, dinî inançları bu tip bilimsel delillerle ispat etme yoluna gittiler. Bu yeni metod, “bilimsel tefsir” denen akımı ortaya çıkardı. Temelde bu görüşü savunanlar, Allah'ın tabiat alemindeki ayetlerini esas alarak O'nun varlığını ispat etmenin mümkün olduğunu savundular. Nitekim Kur'an-ı Kerim Cenab-ı Hakk'ın yaratma kudretini ve sanatını anlatmak için tabiat olaylarına sıkça atıfta bulunur. Kur'an'daki pek çok surenin isminin bitki ve hayvan aleminden alındığını da biliyoruz.
Dahası, Kur'an'da evrenin yaradılışı ve nizamıyla ilgili pek çok ayet var. Klasik kelâm düşünürleri, bu “tekvinî” ayetlerden hareketle, “nizam delili” denen bir dizi ispat biçimi geliştirdiler. Buna göre nasıl en basit mekanizmaların dahi bir düzenleyicisi varsa, alemde gördüğümüz muazzam düzenin de bir sahibi ve yaratıcısı olmalıdır. Evrendeki hiçbir şey tesadüf eseri meydana gelmediğine göre, evrendeki nizamdan bir yaratıcının varlığına ulaşmak mümkün.
Modern dönemde gelişen bilimsel tefsir metoduyla, klasik nizam delili arasında şüphesiz bir benzerlik ilişkisi var. Fakat bu ikisinin aynı şey olduğunu düşünmek hata olur. Zira klasik nizam delili, en nihayetinde “bilimsel” değil, felsefi bir delildir. Bilimsel tefsir ise, modern bilimin bulgularını esas alır ve Kur'an-ı Kerim'in ve bazı hadislerin bilimsel keşifleri önceden haber verdiğini ileri sürer. Bunun anlamı, Kur'an'ın ezeli ve ebedi hakikatlerinin, bilim yoluyla ispat edilmeye çalışılmasıdır. Kur'an-ı Kerim'i bu şekilde okumanın en mahzurlu tarafı, kendini tam da bu noktada ele verir.
Değişmez'i değişkenle açıklamak
Bilimler, teori ve ispat yöntemiyle işlem görürler. Fakat teoriler her zaman yanlışlanmaya açıktır. Yeni bir gelişme, yeni bir keşif, eski teorilerin terkedilmesine yol açabilir. Bunun bilim tarihinde pek çok örneği var. Fakat asıl önemlisi, sadece teoriler değil, bazen ispat edilmiş, mutlak doğru diye kabul edilen görüşler de terk edilebilir. Bilim tarihinde bunun da pek çok örneği var. Örneğin 20'nci yüzyılın başında atomun sadece üç parçasının olduğu düşünülürdü. Atom altı çalışmaları ilerledikçe, ba ş ka parçacıkların var olduğu keşfedildi. Aynı şekilde, eskiden bilimsel ölçüm yönteminin hatasız ve mutlak olduğu varsayılırdı. Oysa bugün mutlak kesinlikten değil, ‘yaklaşık ölçüm'den bahsediliyor.
Bu gelişmeleri göz önünde bulundurduğumuzda, bilimin sürekli değişime tabi olduğunu görüyoruz. Kur'an'ın bir ayetini 19'uncu yüzyıldaki bilimsel bir keşif ya da teori ile izah ettiğimizi düşünelim. Bir müddet sonra Kur'an'ın yorumunu dayandırdığımız görüş ya da teori terk edildiğinde ortaya nasıl bir durum çıkar acaba? Kur'an'ın doğruluğunu, değişim halindeki bilimsel bilgiye indirgediğimizde, büyük bir kategori hatası yapmış oluruz. Zira mutlak bir hakikati, görece ve değişken bir bilgi biçimiyle meşrulaştırmak, bizi Kur'an'ın hakikatına değil, bilimin mutlaklaştırılmasına götürür. Kur'an , bilimin ve diğer bilgi türlerinin anlaşılmasında bir rehber olmaktan çıkar; bilim, kutsal bir metni anlamamız için bir kılavuz haline gelir. Bir zamanların moda teorisi sözüm ona “ondokuz mucizesi”, bu çarpık Kur'an ve bilim anlayışının ibret verici örneklerinden biridir.
Din ile bilimi çatıştırmak kendi başına ideolojik bir tavır iken, dine bilimsel bir temel kazandırmaya çalışmak farklı sorunların doğmasına yol açar. Klasik İslâm medeniyetinde olduğu gibi bilimin alanını doğru bir şekilde tanımlayıp, onu ait olduğu yerde bıraktığımızda, din ile bilim çatışmaz. 19'uncu yüzyıl bilimcilik fikrinin etkisinden kurtulamadığımız için, bugün dahi din ile bilim arasında sağlıklı bir ilişki kuramıyoruz.
Öte yandan, bilim ile teknoloji arasındaki ayrım gittikçe belirsiz hale geliyor. Bunun günümüz bilim anlayışı üzerinde derin etkileri var. Teknolojinin yol açtığı çevre krizi, bu etkilerin başında geliyor. Ve bütün bunların din-bilim ilişkisi üzerinde doğrudan bir tesiri var. Bu etkileri ve din-bilim ilişkisinin diğer boyutlarını önümüzdeki ay ele alacağız.