Size alıntılarla cevap vereceğim Sayın Rinkushichi ;
'' Doğada, hayvanlar birbirini öldürüp yiyor; o halde insanların bunu yapması neden yanlış olsun?
Yemek yemek için öldüren hayvanlar böyle yapmazlarsa hayatta kalamazlar. Bizim konumumuz ise böyle değil. Et yemememiz bizim yararımıza. Ayrıca, diğer meseleler söz konusu olunca standart olarak hayvanları almıyoruz, neden yemek yemek söz konusu olunca standardımız hayvanlar oluyor?
Avlanan hayvanlar yemek yemek için öldürmek zorunda. İnsanlarsa tersine, bir seçeneğe sahipler; hayatta kalmak için et yemeye ihtiyaçları yok.
İnsanlar, hayvanlardan ahlaki bir sisteme göre davranma ve bunu algılayabilme kapasitesi açısından farklıdırlar; bu yüzden hayvanlardan ahlaki manada rehberlik yapmalarını ya da ahlaki bir emsal oluşturmalarını bekleyemeyiz. HH felsefesi, insanların duyguları olan bir insanı öldürüp yemesinin yanlış olduğu kadar, duyguları olan bir hayvanı da öldürüp yemesinin yanlış olduğunu öne sürer.
Hayvanlardan ahlaki emsal oluşturmalarını beklemenin saçmalığını ortaya koymak için, sorunun şu biçimlerini de düşünün:
Doğada, hayvanlar birbirinden bir şeyler çalarlar; o halde insanın çalması neden yanlış olsun?
Doğada, hayvanlar insanları öldürüp yer; öyleyse insanların insanları öldürüp yemesi neden yanlış olsun?
İnsanlar besin zincirinin en tepesinde; o halde istediklerini öldürüp yemekte haklı sayılmazlar mı?
Hayır; yoksa toplumumuzdaki potansiyel yamyamlar aynı savunmayı kendi pratikleri için de savunabilirdi. Bir şeyi yapabiliyor olmamız onu yapmamızın doğru olduğu anlamına gelmez. Diğer yaratıklar üzerinde büyük bir gücümüz var, ama büyük güçlerle beraber büyük sorumluluklar da söz konusudur, bunu her anne baba onaylar.
İnsanlar besin zincirinin en tepesindedir, çünkü insanlar hayvanları yemeyi SEÇMEKTEDİR. Bu yüzden bu soruda bir totoloji söz konusu. Eğer hayvanları yemeyi seçmeseydik, besin zincirinin en tepesinde olmazdık.
İnsanlar evrimin zirvesindeler; bu onlara hayvanları diledikleri gibi kullanma hakkı vermez mi?
Bu, bilimsel gözlemlerden etik sonuçlar çıkarmaya çalışan bi çok argümandan yalnızca biri. Bu örnekte, bilim temelsiz ve etik sonuç da belirsiz görünüyor. Önce bilimle başlayalım.
Soruda evrimin, böceklerin ve diğer daha alt türlerin en dipte olduğu ve insanların da (tabii ki) en tepede olduğu linear genel bir uyum kademesi ya da bir evrim merdiveni yarattığı öngörülüyor. Bu fikir, daha geniş ama artık gözden düşmüş bir evrimci sistem olan Lamarkçılıktan türemiştir. Charles Darwinin doğal seçilimi keşfetmesi ise bu sistemi ters yüz etmiştir. Darwine göre türlerin yayılıyordu, her tür kendi çevresine daha fazla adapte oluyordu. Bu görüşe göre, zirve fikri muğlaklaşıyor; evet insanlar nişlerine(yaşam alanlarına) daha iyi adapte olmuşlardır (bir çok kişi bu konuda itiraz edebilir, gezegeninin kaynaklarının sürdürülemez hale getirerek kullandığımızı söyleyerek eleştiride bulunabilir), ama bakteriler de çok iyi uyum sağlamış durumdalar nişlerine. Bu durumda gerçekten insanların bakterilere oranla nişlerine daha iyi adapte olduklarını söyleyebilir miyiz, nişler farklı olduğu sürece bunu söylemek ne anlama gelir ki?
Belki, soruda kastedilen şey, zirve kelimesi kullanılırken, aslında insanların bazı özelliklerde ustalık kazandıkları ve bu özelliğe göre bir ölçek belirlenebileceği fikri de olabilir. Mesela; mental kapasite düşünülürse insanlar bakterilerden daha üstün konumdalar. Ama farklı bir seçim çok farklı sonuçlara yol açabilir. Doğurganlık söz konusu oldukça bakteri zirvededir. Ölçümüz uçmaksa, o zaman da kuşlar zirvededir.
Şimdi etik meselesine bir bakalım. Evrimde zirve meselesini kenara koyalım ve insanların zeka ölçü alındığında bütün varlıklar arasında en tepede olduğunu kabul edelim. Böyle olması insanlara sırf beyinleri insanlarınki gibi gelişmediği için hayvanlara dilediği gibi davranma hakkını verir mi? Eğer evet dersek, kendimiz için yeni bir Pandora Kutusu açtık demektir. O halde zeki insanlar kendileri kadar zeki olmayan insanları dilediği gibi sömürebilir anlamına gelmez mi bu? (hepimiz dünyanın Einsteinlarına köle mi olacağız?) Farklı bir özelliği ele alalım, fiziken güçlü olanlar zayıfları suistimal edebilir mi? Yalnızca ahlaken kaba birisi bu prensibi kabul edebilir.
Büyükbaş hayvanlar fabrika çiftçiliğinde kullanılmıyor, öyleyse onları yiyebilirim, değil mi?
Bu zamanda, büyük baş hayvan çiftçiliği diğer bazı hayvanlara uygulanan aşırılıklara sahne olacak gelişmedi-inekler hala otlamak zorunda. Ancak, fabrika çiftçiliğini savunanlar da eski stil küçük çiftlikler yavaş yavaş önemini yitirip ve çiftçilik giderek daha büyük ve kompleks bir endüstri haline geldiği için yeni tekniklerini geliştirmeyi düşünüyorlar. Hayvanların yem bölmelerinde özellikle yoğunluklarının artırıldığı, diyet takviyelerinin, kontrollü üremeleri gibi büyük baş hayvancılığı etkinliklerinin zaten yerine getiriliyor. Yeni gelişmeler de pratiğe geçirilecek.
Ancak, soru 49da tartışıldığı gibi, sorun olan tek çiftçilik yöntemi bu değil. Genelde su ve yiyecek verilmeden upuzun bir yolculuk sonunda hayvanları mezbahaya götürülmesi, mezbahadaki bekleme süresi ve sonra da hayvanların boğazlanması da hem gaddarca hem de zararlı. Ve gerçek öldürme işlemi de ne temiz ne de acısız yapılıyor (ayrıca bakın #48).JK
Büyükbaş hayvaların fabrika çiftçiliğinde kullanılamayacağı fikrine karşı çıkabiliriz; kesinlikle doğru değil. Eğer doğru olsaydı da büyük baş hayvanları öldürüp yemeyi mazur göstermiş olacaktı, o yüzden bu fikre gene karşı çıkabiliriz.
Fabrika çiftçiliği hayvan çiftçiliğindeki üretimi artırmak için (sıklıkla da yavrulama yoluyla) zoraki adaptasyonlar gibi pratikleri kapsıyor. Üretimdeki bu artış söz konusu hayvanların acılarının çoğalması pahasına mütemadiyen yapılıyor. Bu elbette et ve süt üretimi için yetiştirilen büyük baş hayvanları da kesinlikle kapsıyor.
Dana eti üretimi ise bir fabrika çiftçiliği emsalidir. David Cowles-Hamar bu durmu şöyle yorumluyor: Danalar sağa sola kıpırdamaları imkansız 5×2 inç bölmelerde tutuluyorlar. Zamanların çoğunu karanlıkta geçiriyorlar. Hiçbir şekilde kuru ottan yatacak yerleri olmuyor (çünkü onu yemeye çalışabilirler), etleri kansız ve solgun olmasın diye içinde demir ve lif olmayan sıvı bir diyetle besleniyorlar. 3 ile 5 ay içerisinde öldürülüyorlar.
Süt danası çiftçiliği de fabrika çiftçiliğine dahildir. Birkaç çarpıcı örnek verelim:
Buzağılar annelerinden daha 1 veya 3 günlükken alınır ve bu da hem anneye hem de buzağıya büyük sıkıntı verir. Birçok buzağı dana eti üretiminde kullanılır.
Her yıl en az 170.000 buzağı pazardaki iğrenç tavırlardan dolayı ya da kötü bakım sebebiyle ölüyor.
İnekler 10 ay boyunca sağılır ve bir buzağının doğal bir biçimde alacağı miktardan 10 kat fazlası süt üretir.
İnekler verim artsın diye yüksek proteinli diyete tabi tutulur; ama çoğu kez bu da yeterli olmazve ineğin vücut dokuları çöker, bu da asidoza yol açar, sonuç olarak da hayvanın topal kalmasına sebep olur. İneklerin %25i hastadır.
5 yaşında inek artık tükenmiştir, bitmiştir ve bu yüzden de boğazlanır. Normal ömrü ise 20 senedir.
Son olarak, fabrika çiftçiliğinde büyük baş hayvanların da kullanılması mümkün olmadığı için onları öldürüp yiyebileceğimizi söyleyemeyiz. David-Cowles hamar şöyle söylüyor bu konuda: Hayvanların özgürlüklerinin bedelini hayatlarıyla ödemeleri gerektiği görüşü ahlaken saçmalıktan başka bir şey değil.
Büyükbaş hayvanlar fabrika çiftçiliğinde kullanılmıyor, öyleyse onları yiyebilirim, değil mi?
Bu zamanda, büyük baş hayvan çiftçiliği diğer bazı hayvanlara uygulanan aşırılıklara sahne olacak gelişmedi-inekler hala otlamak zorunda. Ancak, fabrika çiftçiliğini savunanlar da eski stil küçük çiftlikler yavaş yavaş önemini yitirip ve çiftçilik giderek daha büyük ve kompleks bir endüstri haline geldiği için yeni tekniklerini geliştirmeyi düşünüyorlar. Hayvanların yem bölmelerinde özellikle yoğunluklarının artırıldığı, diyet takviyelerinin, kontrollü üremeleri gibi büyük baş hayvancılığı etkinliklerinin zaten yerine getiriliyor. Yeni gelişmeler de pratiğe geçirilecek.
Ancak, soru 49da tartışıldığı gibi, sorun olan tek çiftçilik yöntemi bu değil. Genelde su ve yiyecek verilmeden upuzun bir yolculuk sonunda hayvanları mezbahaya götürülmesi, mezbahadaki bekleme süresi ve sonra da hayvanların boğazlanması da hem gaddarca hem de zararlı. Ve gerçek öldürme işlemi de ne temiz ne de acısız yapılıyor (ayrıca bakın #48).JK
Büyükbaş hayvaların fabrika çiftçiliğinde kullanılamayacağı fikrine karşı çıkabiliriz; kesinlikle doğru değil. Eğer doğru olsaydı da büyük baş hayvanları öldürüp yemeyi mazur göstermiş olacaktı, o yüzden bu fikre gene karşı çıkabiliriz.
Fabrika çiftçiliği hayvan çiftçiliğindeki üretimi artırmak için (sıklıkla da yavrulama yoluyla) zoraki adaptasyonlar gibi pratikleri kapsıyor. Üretimdeki bu artış söz konusu hayvanların acılarının çoğalması pahasına mütemadiyen yapılıyor. Bu elbette et ve süt üretimi için yetiştirilen büyük baş hayvanları da kesinlikle kapsıyor.
Dana eti üretimi ise bir fabrika çiftçiliği emsalidir. David Cowles-Hamar bu durmu şöyle yorumluyor: Danalar sağa sola kıpırdamaları imkansız 5×2 inç bölmelerde tutuluyorlar. Zamanların çoğunu karanlıkta geçiriyorlar. Hiçbir şekilde kuru ottan yatacak yerleri olmuyor (çünkü onu yemeye çalışabilirler), etleri kansız ve solgun olmasın diye içinde demir ve lif olmayan sıvı bir diyetle besleniyorlar. 3 ile 5 ay içerisinde öldürülüyorlar.
Süt danası çiftçiliği de fabrika çiftçiliğine dahildir. Birkaç çarpıcı örnek verelim:
Buzağılar annelerinden daha 1 veya 3 günlükken alınır ve bu da hem anneye hem de buzağıya büyük sıkıntı verir. Birçok buzağı dana eti üretiminde kullanılır.
Her yıl en az 170.000 buzağı pazardaki iğrenç tavırlardan dolayı ya da kötü bakım sebebiyle ölüyor.
İnekler 10 ay boyunca sağılır ve bir buzağının doğal bir biçimde alacağı miktardan 10 kat fazlası süt üretir.
İnekler verim artsın diye yüksek proteinli diyete tabi tutulur; ama çoğu kez bu da yeterli olmazve ineğin vücut dokuları çöker, bu da asidoza yol açar, sonuç olarak da hayvanın topal kalmasına sebep olur. İneklerin %25i hastadır.
5 yaşında inek artık tükenmiştir, bitmiştir ve bu yüzden de boğazlanır. Normal ömrü ise 20 senedir.
Son olarak, fabrika çiftçiliğinde büyük baş hayvanların da kullanılması mümkün olmadığı için onları öldürüp yiyebileceğimizi söyleyemeyiz. David-Cowles hamar şöyle söylüyor bu konuda: Hayvanların özgürlüklerinin bedelini hayatlarıyla ödemeleri gerektiği görüşü ahlaken saçmalıktan başka bir şey değil.
Bütün hayvan ürünlerini tüketimden kaldırmak neredeyse imkansız; bilmeden de olsa hayvanların ölümüne sebep oluyorsanız bunun anlamı ne?
Evet, bütün hayvan ürünlerini insanların tüketiminden kaldırmak mümkün değil, aynen kendi eylemlerimizden kaynaklanan kazara öldürmeleri ve zararları ortadan kaldıramayacağımız gibi. Ama bu, herhangi türden bir hayvan suistimaline kapıların tamamen açıldığı şeklinde de düşünülemez. Verili koşullar altında en mantıklı hedef, insanın sebep olduğu zararı azaltmasıdır. O halde, buradaki amaç, çekilen büyük acının önlenmesidir.''
Kaynak :
http://hayvanozgurluguhareketi.com/alf-sik-sorulan-sorular/Genişletmek için tıkla...