Olimpiyatlarda Doping

Konusu 'Çeşitli Makaleler' forumundadır ve wolveron2 tarafından 12 Nisan 2006 başlatılmıştır.

  1. wolveron2
    Offline

    wolveron2 Üye

    Katılım:
    28 Kasım 2005
    Mesajlar:
    206
    Beğenileri:
    123
    Ödül Puanları:
    0
    Meslek:
    Bilgisayar ithalat/kurumsal satış
    Yer:
    İSTANBUL/mecidiyeköy
    2004 Atina Olimpiyatlarından hatırda sadece doping maceraları kalacak gibi görünüyor. Biz daha Süreyya Ayhan ile başa çıkamamışken ev sahibi Yunanlılar en iyi iki atletlerini kaybettiler. Amerikalılar en zayıf atletizm takımını getirmek zorunda kaldılar.

    Doping kontrolü o kadar abartılıyor ki kafileler daha kapıdan girer girmez ayaklarının tozuyla idrar örnekleri vermeye zorlanıyor. 15 gün içinde bakalım daha neler olacak.

    Doping sözcüğü Flemekçe kökenli. Zulu yerlilerinin savaşlardan önce içtikleri alkollü bir içeceğin adı olan “dop” tan türemiş. Spor karşılaşmalarıyla birlikte anılması ise sporun tarihi kadar eski. Yunanlılar Eski Çağ’daki Olimpiyatlarda sporcunun ek bir avantaj sağlamaması için çıplak yarışmasını isterlerdi. Ancak yarışmalardan önce tüm katılanlara mantar, susam ve çeşitli bitkisel içecekler ikram edilirdi. Sonraları modern dönemde maratoncuların ve bisikletçilerin değişik dozlarda zehir etkisi gösterebilen uyarıcı striknin kullandığını biliyoruz. Yine kafein, kokain, alkol ve hatta eroin tercih edilen diğer uyarıcılardan oldu.

    1935 yılında erkeklik hormonu testosteronun laboratuarda elde edilmesi doping tarihinde çığır açtı. 30lu yılların sonlarına dek çok sayıda testosteron türevi ve anabolizan steroidler üretildi. Artık sporcular için yepyeni bir dönem başlıyordu.

    Erkeklik hormonu ve anabolizanlar insanlarda doku üretimini artırıyor, kasların daha hacimli ve güçlü olmasını sağlıyor ve en önemlisi sporcuları daha hırslı ve agresif hale getiriyordu. Doping amaçlı ek kullanımın yarattığı yan etkileri herkes görmezden geliyordu zaten. Karaciğer tümörleri ve yetmezliği, erkekleşen kadınlar, kısalan yaşam süreleri kimin umurundaydı ki.

    İlerleyen yıllarda ise kan elemanlarının sayısını artıran ve böylece oksijen taşıma kapasitesini yükselten eritropoetinin (EPO) devreye girdiğini görüyoruz. EPO özellikle ağır spor dallarıyla uğraşanlar arasında salgın halini aldı. Öyle ki her bisikletçinin mutlak yanında bulundurduğu ve yarışmalardan önce kendine şırınga ettiği rutin bir ilaç olarak kabul edilmeye başlandı. Anımsarsanız yenilerde İtalyanların en ünlü bisikletçisi odasında ölü bulunmuştu.

    80ler özellikle Doğu Bloğu ülkelerinin sistemli doping uygulamalıyla kabus yıllar olarak adlandırılıyor bugün. Erkeklerde çekiç atmada dünyanın en iyi 14 derecesi 1984-88 arasında. Bayanlar gülle atmada eni iyi 35 erkeklerde ise 10 derece 1988 yılı sonrasında.

    Sporla politika o kadar iç içeydi ki o yıllarda kimse soğuk savaş nedeniyle kralın çıplak olduğunu itiraf edemiyordu. Sovyetler Birliği hemen yarışmaları boykot tehdidinde bulunuyordu. Karşılığında Amerikalılar veya Avrupalılar doping yapmaya başlıyor ve sorunlar kartopu gibi gittikçe büyüyordu.

    90lı yıllar geçilip Doğu Bloğu dağıldıktan sonra her şey çorap söküğü gibi çözülmeye başladı. Doğudan itiraflar gizlenmeye devam edilse de Batı eteğindeki tüm taşları döküverdi.1989-92 arasında 20 yaşlarındaki 7 İsveçli krosçunun kalp krizinden kaybedilmiş olduğu, gülle atmada dünyanın en iyi derecesine sahip Kevin Toth’un testosteron ve steroid kullandığı bir bir açıklandı. 80lerin yıldız sprinteri Florence Joyner 1998de 38 yaşında kalp krizinden yaşamını yitirdi.
    20. yüzyıl sonları geldiğinde sporun içine düştüğü açmaz iyiden iyiye keskinleşti. Amatörlük yerini her branşta tamamen profesyonelliğe terk etmişti. Başarılı ve ünlü bir sporcu olmak daha çok para ve daha çok sponsor anlaşması demekti. Zaten herkes doping yapmıyor muydu. O zaman doping bir hak, bir zorunluluktu. İlaç şirketleri steroid ve vitaminler için yılda 18 milyar dolarlık yatırım yapmaya başladı. Ortalama bir atlet günde 25 tablet yutuyor, odalara yerleştirilen özel aletler havadaki oksijeni azaltarak kan elemanlarının sayısını artırmayı amaçlıyordu. Yarışların sonuçlarının aylar sonra değişmesi ve madalyaların geri alınması adetten olmaya başlamıştı. Birileri bir şeyler yapmalıydı. Derken 1999 yılında Lozan’daki Uluslararası Sporda Doping Konferansında “Dünya Antidoping Ajansı” (WADA) kuruldu. Ulusal federasyonlarla işbirliği içerisinde Amerika’dan Avrupa’ya, Kenya’nın dağlarından Çin’deki steplere kadar dünyanın her yerinde ani baskınlarla doping izleme konusunda sonsuz yetki ve destek verildi. Doping tarifi evrenselleştirildi: Performans artırıcı, spor etiğine aykırı ve sporcunun sağlığına zararlı maddeler.

    Antidoping Ajansı’nın ilk büyük gösterisi Balco olayında oldu. Ünlü sprinter Marion Jones, yüzücü Amy Van Dyken, Bill Romanowski ve beyzbolcu Giambi’nin Balco adlı ilaç firmasından alışveriş yaptıkları saptandı. Savunmaları alındı ve büyük jüri önünde ifade verdiler. Herhangi bir kanıt bulunamasa da büyük olasılıkla Olimpiyat takımından kesilecekler. Olası altın madalyaları feda etmek gerekse de.

    Süreyya Ayhan olayının iç yüzünü bilemiyoruz. Antidoping Ajansı’na karşı çok talihsiz bir prosedür hatası yapıldığı ortada. Milyar dolarların uçuştuğu bir piyasada 10-15 uzman kontrolünde yapılan gizli dopingler bile acımasızca izlenirken nasılsa yakalanmam düşüncesiyle her şeyden anladığını iddia eden bir antrenörün doping tabletleri ikram etmesi Şark zihniyetinin dik alası olsa gerek.

    Antidoping Ajansıyla sporcuların mücadelesi biraz bilimkurgusal bir düzleme kayarak hiç bitmeyecek gibi görünüyor maalesef. Son yayınlanan raporda Penn State Üniversitesinin üzerinde çalıştığı gen tedavisiyle IGF-1 enjekte edilmiş fareler daha annelerinin karnındayken daha güçlü kaslara, daha uzun bacaklara ve normalin beş katı oksijen taşıma kapasitesine sahip olarak doğdukları belirtiliyor. Amaç aslında doğumsal kas hastalıklarından ve yaşlılıkla ilgili kas erimesinden mustarip kurbanlara yardımcı olmak ama tahmin edersiniz ki üniversiteye başvuran sporcu ve takım sayısının haddi hesabı yok. Araştırmacılara 10 milyon dolar bile teklif edildiği dedikoduları var. Üstelik gen tedavisiyle yapılacak bir dopingin günümüz teknolojisiyle belirlenmesi olanaksız.

    Kuruluş bildirgesinde spora “eski amatör ruhu” kazandırmak ilkesini kabul eden Antidoping Ajansı başkanının son röportajında itiraf ettiği gibi gün gelip mücadeleyi bırakmak zorunda kalacak mıyız acaba...
     
  2. Despo
    Offline

    Despo ADMIN Yönetici Admin

    Katılım:
    30 Mart 2004
    Mesajlar:
    7.966
    Beğenileri:
    6.095
    Ödül Puanları:
    123
    Cinsiyet:
    Bay
    Meslek:
    Serbest
    Yer:
    Danimarka
    Güzel bir yazi. Ileriki yillarda nasil olacak görecegiz, bir aralar yeni bir doping maddesinin cikacagi ve bunu test Antidopingcilerin tespit etmesinin cok zaman alacagini okumustum okumustum Danimarka Gazetesinde.

    Düsünsenize Olympiatlarda artik kimsenin Dopingsiz olmadigi bir sürec, biliyorum simdide her biri kullanmistir, demek istedigim, bu sporlarda ayni vücut gelistirme sporu gibi dopingsiz olmuyor artik. ( Proflar icin - Yarismalar)
     

Sayfayı Paylaş