Mirac hadisesi tum detaylar 1

Konusu 'Kültür Sanat Bilim Seyahat' forumundadır ve jkdo tarafından 18 Eylül 2006 başlatılmıştır.

  1. jkdo
    Offline

    jkdo Üye

    Katılım:
    11 Eylül 2006
    Mesajlar:
    251
    Beğenileri:
    113
    Ödül Puanları:
    53
    Meslek:
    Universite
    Yer:
    Denizli-ist
    — MİRAÇ

    Lafzı şu manayadır: Yukarı çıkılacak âlet.. Meselâ: Merdiven. (Zamanımıza göre daha uygun örneği: Asansör veya füze.)

    Resulüllah S.A. efendimiz pak vücudları ile, cevherden merdiven ile diri olarak Kuds-ü Mübarekden semaya uruc etmiştir. Böyle bir manaya sahib olmak; nebiler ve resuller arasında ancak Resulüllah S.A.V efendimize mahsusutur. Bundandır ki, Resulüllah S.A.V efendimizin ism-i pâklerine:

    — SÂHİB'ÜL- MİRAÇ.

    Denildi. Allah-ü Taâlâ ona salât ve selâm eylesin.

    Resulüllah S.A. efendimizin nail olduğu MİRAÇ şerefinin toplu beyanı aşağıda anlatılacaktır.

    Şöyleki:

    Sultan-ı enbiya ve Resul-ü Kibriya (salâvatın en faziletlisi saygıların en tamı ona..) kırk yaşında iken; âlemlere rahmet olarak nübüvvet ve risaletle bütün insanlara Resul peygamber gönderildi. Ri-saletini onlara tebliğ edip imana davet etmeye başladı.

    Resulüllah S.A. efendimizin Risaletle gelişinin on ikinci senesi re-ceb ayının yirmi altıncı günü idi. Resulüllah S.A. efendimiz o gün, tek başına Beyt-i Mükerreme'ye gitti; bir direğin önüne oturdu. Yüce Hakka zikir ve fikir ibadeti ile meşgul olmaya başladı.

    Bu sırada, Ebu Cehil de; yardımcıları ve uyanları ile görüşmek için geldi. Gördü ki: Hazret-i Muhammed S.A.V yalnız oturmuş; Mev-lâsına ibadetle meşgul.. Yanında ashab-ı kiramdan da kimse yok. Onu böyle görünce; içinden:

    — Ona eza cefa edeyim. Diyerek yanına geldi ve şöyle dedi:

    — Ya Muhammed, sen peygamber misin?.

    Resulüllah S.A. efendimiz, Ebu Cehilin bu sözüne karşılık:

    — Evet peygamberim.

    Buyurdu. Ebu Cehil şöyle devam etti:

    — Böyle yalnız peygamber mi olur?. Hani yardımcıların? hani hizmetçilerin?. Eğer peygamberlik gelmesi gerekseydi, bana gelirdi. Bak, benim şu kadar uyanlarım, hizmetçilerim var.

    Böyle dedikten sonra, böbürlenerek yürüdü; gitti.


    Ebu Cehil'in ardından, onun yandaşlarından biri daha uyanları ve yardımcıları ile geldi. Bu da, Resulüllah S.A.V efendimizi yalnız görünce eza ve cefa kasdı ile yanına geldi; Ebu Cehil'in dediği gibi dedi. Sonra gitti. Onun yanına oturdu.

    Bundan sonra, Kureyş'in ileri gelenlerinden tam yedi kişi ard arda geldi. Hepsi de, avenesi ve uyanları ile geldi; sanki daha önceden söz birliği etmiş gibi, tek tek Resulüllah S.A.V efendimize Ebu Cehü'in dediği gibi söyledi.

    Resulüllah S.A.V efendimiz, onların bu yaptıklarına çok mahzun oldu. Sonra şöyle dedi:

    — On iki yıldır; ben bunları hak dine ve Yüce Hakkı tevhide davet ederim. Halbuki bunlar, Hakkı kabul etmek şöyle dursun; henüz:

    — Resul.

    Kime derler?. Bunu dahi anlamamışlar. Resule hizmetçi ve avene ne lâzım?. Ancak resule lâzım olan ilâhî vahyi ve sübhan Allah'ın emrini tebliğ etmektir.

    Ve.. Resulüllah S.A.V efendimiz gamlandı.

    O gece receb-i şerifin yirmi yedinci pazartesi gecesi idi. Ümmü-hanî'nin evine geldi.

    Ümmühanî Ebu Talib'in kızı, Hz. Ali'nin r.a. kız kardeşi idi.

    Ümmühani, babası Ebu Talibin evinde kalıyordu. Bu ev, Safa ile Merve arası bir yerde îdi.

    Resulüllah S.A.V efendimiz, oraya gittiği zaman; Ümmühanî r.a. kendisini hüzünlü ve gamlı buldu. Resulüllah S.A.V efendimizden hüznünün ve gamının sebebini sordu; Resulüllah S.A.V efendimiz de işin aslını haber verdi.

    Ümmühanî, akıllı ve tedbirli bir hanımdı. Resulüllah S.A.V efendimizi teselli etti ve şöyle dedi:

    — Onlar sizin risaletinizi, Hak peygamber olduğunuzu, size avene ve hizmetçi gerekmediğini seksiz bilirler. Ne var ki onlar, çok inatçı hasetçi, hırçın olduklarından sırf sizi üzmek, eza cefa kasdı ile öyle demişlerdir.

    Bu sözler, bir bakıma Resulüllah S.A. efendimizi teselli içindi; fakat Resulüllah S.A.V efendimizin hüznü yine de kaldı.

    Anlatıldığı gibi, gamlı ve hüzünlü olarak; Ümmühanî'nin evinde, yatsıdan sonra, uyur uyanık bir halde yattı.

    Sonra..

    Resulüllah S.A.V efendimizi cümle mahluktan evvel yaratan; kalb-lerin sevgilisi, türlü türlü keramet, çeşitli nimetler ile cümle insanlara resul olarak gönderen; cümle kemaîâtı ile başta görünen; mü-rebbisi olan şanı yüce nimetleri her yana yaygın, kendisinden başka ilâh olmayan Âlemlerin Rabbı, azamet ve celâli ile Cebrail'e hitaben şöyle buyurdu:

    — Gerçekten benim sevgilim, cümle mahluk arasından seçip çıkardığım, cümle yaratılmışların hayırlısı Resulüm: Ümmühanî'nin evinde küffarın ezasından mahzun ve gamlı yatmaktadır. Senin taat ve ibadetin habibimi davet olsun. O süslü kanatlarını yeniden cennet cevherleri ile süsüle; onun hizmeti ile şerefyab ol.

    Mikâil'e söyle: Bu gece erzakı tartmayı bıraksın.

    İsrafil'e söyle: Suru bir saat kadar bıraksın.

    Azrail'e söyle: Bu gece can almaktan el çeksin.

    Nur ve ziya meleklerine emir ver: Semaları nurla doldursunlar.

    Rıdvan'a söyle: Cenneti süslesin.

    Malik'e tenbih et: Cehennem tabakalarını kapasın; zebaniler hareket etmesinler.

    Huriler bezenip ellerine cevher saçan tabakları alsınlar. Cennet köşklerini saf saf dizsinler.

    Arş hamiline söyle: Mukaddes libası atlas îelekine giydirsin.

    Ve., sizler, her biriniz yanınıza yetmiş bin melek alın.

    Ve., sen cennete git; bir burak seçip al.

    Yeryüzüne in; kabirlerden azabı kaldır. Bundan sonra, habibime git. O: Müşriklerin ezasından dolayı gamlı ve mahzun olarak Üm-mühanî'nin evinde yatıyor. O habibimi rıfk ile, büyük bir keremle kaldır; anlat: Bu gece kendisinin yüce kadrini, izzet ve rif'atını cümleden ziyade yakınlığını kendisine bildirecek gecedir. Onu davet eyle.

    Sonra..

    Cebrail a.s. cennete gitti. Gördü ki: Orada kırk bin burak gezmektedir. Her birinin alnında Muhammed ism-i şerifi yazılmış. Aralarında bir burak vardı; mahzundu. Başını aşağı eğmiş; gözyaşlan sel gibi akıyordu. Hem de hiç durmadan.

    Cebrail o mahzun bürakın yanına vardı. Hüznünün ve ağlamasının sebebini ona sordu. Burak şöyle anlattı:

    — Cennette gezerken, aniden kulağıma:

    — Ya Muhammed.

    Diye bir ses geldi. İşittiğim anda o ismin sahibine aşık oldum. Onun firak ateşi ile cemalinin visali ümidi ile kırk bin yıldariberi böyle hüzün, ağlamak ve visal arzusu ile mahzun olup ağlarım.

    Cebrail a.s. o Burak'ın haline merhamet etti; şöyle dedi:

    — Senin maşukun olan Hazret-i Muhammed bu gece miraca da vet -olundu. Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya bürakla gelecektir. Seni götüreyim, muradına er.

    Bundan sonra o Burak'a nurdan eğer vurdu; zebercedden gem vurdu. Bundan sonra, iki cihanın sultanı insin ve cinnin Resulü S.A.V efendimizin halvet saraylarına geldi.

    Sonra..

    Hadis çıkaran imamlar altı hadis kitabı içinde çeşitli yollardan; miraç hadisini yirmi kadar ashab-ı kiramdan alıp rivayet ettiler. Bu ashab-ı kiram dahi, Resulüllah S.A.V efendimizden dinleyip anlatmışlardır.

    Resulüllah S.A. efendimiz; nebilerin sultanı, doğru yolu tutan zatların baştacı Ahmed Hamid Mahmud Muhammed'dir. Allah-ü Te âlâ ona salât ve selâm eylesin.

    Bu sahabenin dili ile, Resulüllah S.A. efendimizin şöyle buyurduğu anlatıldı:

    —«Ümmühanî'nin evinde idim. Orada uykuya dalmıştım. Gözlerim uyuyordu; ama kalbim uyanıktı.

    Bu sırada, Cebrail'in sesi kulağıma geldi; uykudan kalktım, oturdum.

    Gördüm ki: Cebrail karşımda duruyor. Bana şöyle dedi:

    — Yüce Hak sena selâmeti; seni davet etti. Seni ben taşıyacağım. Allah-ü Taâlâ istedi ki: Sana türlü keremlerle ikram eyleye. Senden evvel gelenler ve senden sonra gelecek olanlar bu türlü kereme nail olmadılar ve olmayacaklardır.

    Kalktım. Abdest almak istediğim zaman; abdestim için Kevser nehrinden su gelmesi emri verildi. Ben abdeste hazırlanırken, daha abdest azamı açmadan rıdvan, Kevser suyu dolu yakuttan iki ibrik getirdi.

    Bir de yeşil zümrütten leğen getirdi. Bu leğen dört köşe idi. Her köşesine bir cevher konmuştu. O cevherlerin nuru semaya güneş, gibi aydınlık veriyordu.

    Bundan sonra yıkandım; sırtıma nurdan bir hülle giydirdiler. Başrnıa da nurdan bir kavuk koydular.

    Bu kavuğun hikâyesi şöyleydi: Âdem yaratılmadan sekiz bin sene evvel, Rıdvan onu benim adıma sarmıştı. Sarıldığı vakitten bu yana kırk bin melek o kavuğun çevresinde tazimle durup teşbih ve teh-lille meşgul oluyorlardı. Her teşbihin sonunda bana salâvat-ı şerife okuyorlardı. O kavuğun kırk bin gözü vardı. Her gözünde de dört satır yazı vardı.

    BlRÎNCİ SATIRDA: Muhammed Allah'ın Resulüdür.

    ÎKİNCÎ SATIRDA: Muhammed Allah'ın Nebisidir.

    ÜÇÜNCÜ SATIRDA: Muhammed Allah'ın Habibidir.

    DÖRDÜNCÜ SATIRDA." Muhammed Allah'ın Halilidir.

    Bundan sonra Cebrail arkama nurdan bir bürde (pelerin gibi) koydu. Belime de kızıl yakuttan bir kemer kuşattı. Elime de yeşil zümrütten bir kamçı verdi. Bu kamçı, dört yüz inci ile süslenmişti. Her incisinin sabah yıldızı gibi parlaklığı vardı. Ayaklarıma da, yeşil zümrütten bir çift papuç giydirdi. Daha sonra, elimden tutup Beyt-i Haram'a götürdü.»

    Bir başka rivayette, Resulüllah S.A. efendimiz bundan sonrasını şöyle anlatmıştır:

    —«Zemzem kuyusundan abdest aldım. Beyt-i Mükerreme'yi yedi kere tavaf ettim. Makam-ı İbrahim'de iki rikât namaz kıldım. Hatim'e geldim; dinlenmek için bir mikdar oturdum. Bu oturduğum yerde, Cebrail göğsümü yardı. İçi hikmet ve marifet dolu teşt getirdi. Mika il üç leğen zemzem suyu getirdi. Sarsaklarımı ve göğsümü yıkadılar. Bundan sonra kalbimi yarıp içindeki siyah pıhtı kanı attı ve şöyle dedi:

    — Bu kan, heybetli bir şey görünce korkmaya sebeptir. Onu çıkardım. Siz bu gece semalarda, sidre, kürsî ve arşta çok acaip işler ve ulu melekler göreceksiniz. Bu kandan sizi temize çıkardım ki, onlar

    dan her birini gereği gibi temaşa edip dilediğiniz gibi konuşmaktan korkmayasınız.

    O teşt içinde bulunan hikmeti ve marifeti doldurup kalbimi yerine koydular. Sığadıkları zaman, göğsüm bitişti; yarası kalmadı.

    Bundan sonra Cebrail elimden tuttu; beni Mekke'nin dışında bir yere götürdü. Gördüm ki: Mikâil, İsrafil ve Azrail de oradalar. Her birinin yanında yetmiş bin melek saf olmuş duruyor. Beni gördükleri zaman, tam manası ile tazim ve saygı duruşuna geçtiler. Ben de onlara selâm verdim. Selâmım üzerine, Yüce Hakkın sonsuz nimeti ile müjdelediler.

    Bundan sonra, Cebrail bana şöyle dedi:

    — Ey Allah'ın Resulü, size cennetten Burak getirdim. Binin; me-le-i âlâ teşrifinizi bekler.

    Bakınca Burak'ı gördm. Güneş gibi aydınlığı vardı. Yıldırım hızı ile yürüyordu. Ayağını yerden kaldırdığı zaman, gözünün iliştiği yere basıyordu. Ayrıca, o Burak'ın yanında iki kanadı vardı; dilediği zaman, onlar vasıtası ile havada uçuyordu.»

    Âlimler Burak'ı şöyle anlattılar:

    — Cüssesi katırdan küçük; merkepten büyük. Anlaşılır biçimde, fasih Arapça konuşur. Yüce Hak, onun her azasını bir başka cevherden yaratmıştır. Tırnaklan mercandan, ayakları altındandı. Göğsü kırmıza yakuttan, sırtı inciden. İki yanında kırmızı yakuttan kanatları var. Kuyruğu deve kuyruğuna benzer. Başka rivayette: Tavusku-şu kuyruğuna benzer. Son derece süslü idi. Yelesi at yelesine, ayakları da deve ayağına benzerdi. Üzerinde cennet eğeri vardı. Üzengileri kırmızı yakuttan ve cevherdendi.

    Resulüllah S.A.V efendimizin anlattıklarına devam edelim: —«Bundan sonra, Cebrail Burak'ın üzengisini tutup bana:

    — Bin.

    Dedi. Binmek istediğim zaman, Burak serkeşlik etti. Bunun üzerine Cebrail ona hitaben şöyle dedi:

    —: Ey Burak, utanmaz mısın?. Nasıl böyle şaşırtıcı küstahlık edersin?. Şanı yüce nimeti her şeye şamil kendisinden başka ilâh olmayan Allah hakkı için, sana bundan daha faziletli ve bundan daha aziz kimse binemez.

    Cebrail'in bu sözü üzerine, Burak çok utandı ve titredi. İri iri ter damlaları dökmeye başladı ve şöyle dedi:

    — Ey Cebrail, hacetim vardır; arz etmek isterim. Bu hacetimin yerince gelmesine vesile olsun diye öyle ettim; yoksa kaçındığımdan değildir. Siz beni çok utandırdınız.»

    Bundan sonra, Resulüllah S.A.V efendimiz Burak'a sorar, Burak da anlatır:

    — «Muradın nedir?. Söyle; yerine gelsin.

    — Ya Resulellah, ben sana ezelden aşıkım. Nice yıldır aşkınla perişan ve mahzun bir halde idim. Allah'a hamd olsun; şimdi cemalinizin nurunu gördüm. Güzel kokunuzu da kokladım. Şimdi, aşkım bin

    kat daha arttı. Kıyamet günü, pak zatınız kabr-i latifinizden kalktığınız zaman mahşere bürak ile geleceksiniz. Ricam, niyazım ve hacetim budur ki: O günde benden başkasına binmeyesiniz. Bana binmek ile, beni mesrur ve pürnur edesiniz.»

    Resulüllah S.A.V efendimiz anlatmaya devam edip şöyle buyurdu:

    —«Burak'ın o dileğini kabul ettim. O gün, yine ona binmeyi va-ad ettim.»

    Fahr-i Kâinat ve zübde-i mevcudat Resulüllah S.A. efendimiz, kıyamet günü mahşer yerine Bürak ile teşrif edeceğini, Burak'tan duyunca, ümmetinin halleri hatır-ı şerifine gelip mahzun oldu; düşünceye daldı.

    Resulüllah S.A.V efendimizin bu hali üzerine; gizliyi saklıyı bilen, şanı yüce, ihsanı bol, kendisinden başka ilâh olmayan Allah Cebrail'e hitaben şöyle buyurdu:

    —«Habibime sor; böyle durgunlaşmasına sebep nedir?.»

    Cebrail, Resulüllah S.A. efendimize durumu sorunca, şöyle anlatır:

    —«Ben, bu çeşit izzet ikram gördüm. Kıyamet günü yine Burak'a binip geleceğimi işittim. Hatırıma şu geldi: Kıyamet günü olduğu zaman; zaif, kusur dolu, günahkâr olan ümmetimin halleri nice olur?. Elli bin yıl arasat meydanında yaya yürüyecekler. Bunca günahlarını çekerek gidecekler. Sırat üç bin yıllık yoldur. O üç bin yıllık yolu nasıl geçerler?.»

    Resulüllah S.A.V efendimiz anlatıyor:

    —«Yukarıda anlatıldığı gibi dediğim zaman, bana ilâhî ferman şöyle geldi:

    — Her kime ki, benim inayetim olur; sana gönderdiğim Bürak gibi, ona da gönderirim. Onların kabirlerine tek tek bürak yollarım. Mahşere süvari olarak getiririm. Sıratı, binek üstünde kolaylıkla geçiririm. Elli bin yıllık vakti bir an gibi yaparım.

    Ve., senin ümmetine, lütuf, kerem ve ihsan muamelem bu şekil-de olacaktır..

    Hatırını hoş tut.»

    Nitekim, bu manada şu âyet-i kerime vardır:

    —«Rahman'a varacak müttakileri, o gün, süvari olarak hasredeceğiz.» (19/85)

    Resulüllah S.A.V efendimiz devam buyuruyor:

    —«Yüce Hak'tan gelen kerem vaadine, lütuf ve ihsana sevindim; Burak'a binip oturdum.

    Cebrail, sağ üzengi tarafımda yetmiş bin melekle; Mikâil sol üzengi tarafımda yetmiş bin melekle durdu. O meleklerden her birinin elinde nurdan şamdan vardı.

    İsrafil arkamda yetmiş bin melekle duruyordu; Burak'ın üzerine örtülen örtüyü omuzunda taşıyordu. Onun ululuğundan hicab edip Burak'ımın örtüsünü taşımasından Ötürü özür diledim; bana şöyle dedi:

    — Ya Resulellah, ben bu gece sizin bu örtünüzü taşımak için nice bin senedir ibadet edip ricada bulundum. Sübhan olan Yüce Hak ricamı kabul buyurup muradıma nail eyledi.

    — Ne sebeple rica ettin?.

    Diye sordum; İsrafil şöyle anlattı:

    — Arş altında nice bin sene ibadet ettim.

    — Ne istiyorsun?. Dileğin makbul olmuştur. Diye bir hitap geldi; cevabında şöyle dedim:

    — Ya Rabbi, günahkâr ümmetlerin şefaatçisi kıyamet gününün sultanı ki, kendi ismini onun ismi ile beraber arşın gözüne yazmışsın; o vücuda geldiği vakit bir saat onun hizmetinde olmak isterim.

    Bu dileğim üzerine, Yüce Hak şöyle buyurdu:

    — Dileğini kabul ettim. Onun için bir gece olacaktır; o gece: Ona yakınlığımı müyesser edeceğim. Yer noktasından, ulvî âlemime getireceğim Hazinelerimin kapısını şühud anahtarımla ona açacağım. Onu Mekke'den Beyt-i Makdis'e varıncaya kadar yürüteceğim. O zaman, Beyt-i Makdis'e kadar onun bineğinin eğeraltı örtüsünü taşıma şerefine nail olursun.»

    Resulüllah S.A.V efendimiz şöyle devam buyurdu:

    —«O gece Burak'ın ayağı yere değmedi. Mekke-i Mükerreme'den Mescid-i Aksa'ya kadar cennet dibaları serilmişti. Burak, hep o dibalar üzerinden geçip gitti.

    Böylece giderken, karşıma bir ifrit çıktı; ağzından ateşler saçarak, bana doğru yöneldi.

    O zaman Cebrail bana şöyle dedi:

    — Ya Resulellah, sana birkaç cümle öğreteyim; onları oku. Bu ifritin ateşi söner; kendisi yok olur.

    — Olur; öğret. Deyince, şu duayı öğretti:

    — Kerim Allah'ın zatına sığınırım. Bu sığınmamı onun bütün kelimeleri ile yaparım; o kelimelerden öteye ne iyi geçebilir, ne de kötü..

    Semadan inenlerin, semaya yükselenlerin ve semadan çıkanların şerrinden sığınırım.

    Gecenin ve gündüzün fitnelerinden sığınırım.

    Hayır için gelen hariç; gece ve gündüz beliyyelerinden sığınırım.

    Ya Rahman!.

    Bu duayı okuyunca, o ifritin ateşi söndü; kendisi kaybolup gitti.

    Bu sırada, sağımdan bir seda geldi:


    — Ya Muhammed, azıcık dur; biraz eğlen. Sana soracaklarım var. Üç defa böyle nida etti; ama ona iltifat etmedim. Geçtim. Solumdan da üç defa ses geldi:

    — Ya Muhammed, azıcık dur. Sana soracaklarım var. Bunu da dinlemeden geçtim.

    Bir kadın gördüm; kendisini gayetle bezemişti. Güzel elbiseler giyip süslenmişti. Yakınına gittiğim zaman, gördüm ki, çok kocamış bir kadındır. Bu da bana üç kere:

    — Dur.

    Diye seslendi. Buna da itibar etmeden geçip gittim.

    Önümde bir ihtiyar gördüm. Asaya dayanmıştı. Tir tir titriyordu. Bana üç kere:

    — Azıcık dur, eğlen; halime bak da acı. Cemalini göreyim; sana soracağım var.

    Ben,,bunu da hiç dinlemedim; geçtim.

    Bundan sonra, taze bir yiğit gördüm. Gayet güzeldi. Yüzünde nur parlıyordu. Bana:

    — Dur ya Muhammed, sana soracaklarım var.

    Deyince, Burak durdu. Ona selâm verdim. Selâmımı aldıktan sonra şöyle dedi:

    — Sana müjde. Hayrın cümlesi ancak sende ve senin ümmetin-dedir.

    Onun bu sözüne karşılık; sena ettim:

    — Allah'a hamd olsun.

    Dedim. Cebrail dahi, benimle beraber:

    — Allah'a hamd olsun. Dedi.

    Bundan sonra, gördüklerim için Cebrail'e:

    — Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; şöyle anlattı:

    — Sağ tarafınızdan gelen seda Yahudi sedası idi, Eğer dursaydı-nız; sizden sonra ümmetiniz Yahudilerin kahrı altında hor ve hakir olurlardı.

    Sol tarafınızdan gelen seda Nasara'nın sedası idi. Eğer dursaydı-nız; sizden sonra ümmetinize Nasara kavmi üstün gelirdi. Bunların kahrı altında kalırdı.

    O kadın da dünya idi. Kendisine sahip olacaklara öyle süslü görünür. Güzel elbiselerle, türlü zinetlerle insanları aldattığına işaret vardır. Onun kocamış olması da, kıyametin yakın olduğuna işarettir. Onun sözüne dursaydınız, tümden ümmetiniz, dünyaya karşı haris olur; dünyaya taparlardı.

    O kocamış kimse ise, lain Şeytandı. Sizin çok merhametli olduğunuzu biliyordu. O göründüğü halle sizi aldatmak istedi. Sizi durdurmak için, hile etti. Eğer sözüne kanıp dursaydınız, ümmetiniz son

    demlerine kadar; onun hilesinden kurtulamazdı. Çoğunu bastırıp üstün gelirdi.O taze yiğit ise, islâm dini idi; durdunuz. Sizden sonra ümmetiniz, tüm düşmanların mekrinden emin olarak, İslâm dininde sabit kalacaklardır.

    Sizin hatırınıza şöyle geldi:

    — Gece sahraya çıkan ümmetime cin tayfası zarar vermek isterse, halleri nice olur?. Acaba, benden sonra ümmetimin hali nice olur?

    Gibi fikirler geldi. Gaybı ye şehadeti, gizliyi ve saklıyı bilen Yüce Allah o ifriti gösterdi. Ondan kurtuluş çaresini öğretti. Ve sizden sonra, dininize hiç bir din üstün gelmeyecektir. Dininiz cümle dinlere galib olacaktır. Yahudi ve Nasara ümmetinizin kahrı altında kalacaktır. Ümmetin, şeriatına göre amel edecektir. Şeytanın mekrinden âhir ömürlerinde emin olacaklardır; selâmet bulacaklardır. Ümmetin İslâm dini üzerine kıyamete kadar sabit kalacaktır.

    İşte gördüklerinle bütün bu manalara Allah-ü Taâlâ işaret etti. Sizi ayıktınp, endişe ve efkârdan halâs eyledi.

    Bütün bunları Cebrail bana anlattı.

    Bundan sonra, hurma ağaçlan çok olan bir yere vardık. Cebrail bana:

    — İn, burada namaz kıl.

    Dedi. indim; orada namaz kıldım. Cebrail bana sordu:

    — Bu namaz kıldığın yeri bilir misin?.

    — Bilmem. Deyince şöyle söyledi:

    — Burası Tayyibe'dir. (Tayyibe, Medine-i Münevvere isimlerin-dendir.) Yakında siz, buraya hicret edeceksiniz.

    Bundan sonra, beyaz bir yere geldik. Cebrail yine:

    — İn, burada namaz kıl.

    Dedi. İndim, burada da namaz kıldım. Cebrail bana sordu:

    — Nerede namaz kıldığını biliyor musun?.

    — Bilmiyorum. Deyince şöyle anlattı:

    — Burası, Medyen'de Musa'nın a.s. ağacının altıdır. Devamla şöyle anlattı:

    — Musa'yı a.s. Firavun öldürmek istediği zaman, kaçtı; Medyen'e geldi. Medyen'in dışındaki bir sudan, çobanların koyunlarını suladığını gördü. Yine gördü ki: İki kız, o çobanlardan uzak bir yerde duruyorlar; koyunlarını sulamak için çobanların gitmesini bekliyorlar. Musa a.s. o kızların haline acıdı. Yanlarına vardı; hallerini sordu; durumu öğrendi. Bundan sonra, kendi yorgunluğuna bakmadan,-içinden:

    — Bu işte büyük bir ecir vardır.

    Diyerek, o kızların koyunlarını suladı; sonra, bir ağaç altına gelip ibadet eyledi. İşte bu ağaç, o ağaçtır. Ki: Onun altında namaz kıldın.

    Burayı geçtikten sonra, başka bir yere geldik; Cebrail şöyle dedi:

    — İn, burada namaz kıl.

    inip namazımı kıldıktan sonra, Cebrail sordu:

    — Bu namaz kıldığın yer neresidir? Biliyor musun?

    — Bilmiyorum. Deyince şöyle anlattı:

    — Burası Tur-u Sina'dır. Yüce Hakkın, Musa'yı a.s. kelâm ve mü-nacaat nimetine erdirip şereflendirdiği yerdir.

    Sonra, bir başka yere vardık; burada bir köşk gördüm. Yine Cebrail bana:

    — Burada da in; namaz kıl. Burası,. İsa'nın a.s. doğduğu köydür. Dedi. İndim namaz kıldım. Burada bir cemaat gördüm; ekin ekiyorlardı. Ektikleri anda, bir tanesinden yediyüz tane hâsıl oluyordu.

    — Bunlar kimlerdir?.

    Diye sorunca, Cebrail şöyle anlattı:

    — Bunlar, Allah yolunda mallarını harcayan ümmetlerindir.

    Bir başka cemaat daha gördüm: Melekler onların başını taşla eziyordu; yine yerine geliyordu. Yine eziyorlardı; tekrar o ezilen başlar bütün oluyordu. O kimseler bu şekilde azap olunuyorlardı.

    — Bunlar kimlerdir?.

    Diye sorunca, Cebrail şöyle anlattı:

    — Bunlar, senin ümmetinden namazı terk edenlerdir. Bir de, rü-kûdan kalkarken, secdeden kalkarken; başlarını tam doğrultmayıp rükûu ve secdeleri birbirine karıştırarak namazı düzensiz tertipsiz -kılanlardır.

    Bu arada bir cemaat daha gördüm; aç ve çıplak halde idiler. Çevrelerinde atehten otlar bitmişti. Melekler, onları hayvan güder gibi, o ateşten otları yemeğe sürüyorlardı.

    — Bunlar kimlerdir?.

    Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:

    - Bunlar, ümmetinden mallarının zekâtını vermeyenlerdir. Fakirlere, zaiflere, çaresizlere, yetimlere, dul kadınlara merhamet etmeyenlerdir.

    Bir cemaat daha gördüm: Yanlarında nefisten daha nefis yemekler duruyordu. Bir tarflarında da kokmuş, murdar olmuş et duruyordu. Ama o enfes yemeklerden yemiyor; hatta dönüp bakmıyor; o kokmuş murdar etten yiyorlardı.

    — Bunlar kimlerdir?.

    Diye sorunca, Cebrail şöyle anlattı:

    — Bunlar erkek ve dişi ümmetlerindir. Yanlarında helâlinden kadını dururken; haram olan zina ye benzeri günalharı irtikâb edenlerdir.

    Bundan sonra bazı adamlar gördüm; odun yığmışlardı. O odunları kaldırmak istiyorlar; ama kaldıramıyorlardı. Tekrar üzerine odun getirip koyuyorlardı; kaldırmak istiyorlardı. Ama kaldırmaya güçleri yetmiyordu. Tekrar üzerine odun koyuyorlardı ve böylelikle odunları artırmaya gayret edip çalışıyorlardı.

    — Bunlar kimlerdir?.

    Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:

    — Bunlar, senin ümmetin içinde dünyaya düşkün olanlardır. Mallarını yiyip bitirmeye güçleri yetmezken, kanaat etmeyip çokça yığmaya çalışırlar. Dünyaya ve dünya malına mahabbet edip artırmak için gayretle çalışıyorlar.

    Bundan sonra, koca bir taş gördüm; küçük bir deliği vardı. O delikten bir yılan çıktı; büyüdü. Döndü, yine o deliğe girmek istedi. O deliğe sığmadı; şaşkın şaşkın taşın çevresinde dönmeye başladı.

    — Bu nedir?.

    Dediğim zaman, Cebrail şöyle anlattı:

    — O taş, ümmetin gövdelerine misaldir. O küçük delik ise, ağızlarıdır, O yılan ise., yalan, fuhuş, haram ve gıybet olarak söyledikleri kelâmlarıdır. Ağızlarından çıktıktan sonra, o kelâmları yutmak müm kün olmaz. Hatta, o kelâmlarından dolayı, dünyada ve âhirette ceza görür; azar işitir; hesaba çekilirler. Ümmetine söyle: Ağızlarını kötü söz, haram ve dil afeti sözlerden tamamen korusunlar. Böyle etsinler ki, selâmet bulalar.

    Bundan sonra, bir şahıs gördüm; kuyudan su çekiyordu. Zahmetlerle kovayı kuyunun ağzına getirdiği zaman, içinde hiç su bulamıyordu. Zahmetten başka eline bir şey geçmiyordu. Bunun durumunu da sordum; Cebrail şöyle anlattı:

    — Amellerini Allah için halis etmeyip riyakârlık edenlerdir. Dünyada zahmet çekip amel işlerler; ama riya ile. Âhirette, bu amellerinden ötürü, kendilerine hiç bir sevap verilmez. Hatta azaba uğrarlar.

    Bunlardan başka bir kavim daha gördüm; sırtlarında çokça yükleri vardı. Üzerlerindeki yükü dahi taşımaya güçleri olmadığı halde; halka:

    — Üzerimize yük vurun. Diye teklif ediyorlardı.

    - Bunlar kimlerdir?. Diyerek sordum; Cebrail şöyle anlattı.

    — Bunlar, insanların bıraktığı emanete hiyanet edenlerdir. Boyunlarında bu kadar yük varken, durmadan zulüm yollu halktan alınacak mal taleb ederler..

    Bundan başka bir kavim daha gördüm; dudakları ve dilleri uzayıp sarkmıştı. Onlann uzayıp sarkan dillerini ve dudaklarını, melekler ateşten makaslarla kesiyorlardı. Kesildikçe, onların dilleri ve dudakları yine uzuyor; sarkıyordu. Melekler de yine önceki gibi ateşten makaslarla kesiyordu.

    — Bunlar kimlerdir?.

    Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:

    — Bunlar, ümmetin içinden çıkıp insanları beğlere ve padişahlara gammazlayan kimselerdir. Yalanlarım tasdik ettirip onları yapacakları zulümden almak şöyle dursun; bu yolda müdahene edenlerdir.

    Bir cemaat daha gördüm; melekler, bunların etlerini kesiyor; kendilerine veriyor ve:

    — Yiyin..

    Diye emrediyorlardı. Onlar iğrenip yemek istemedikçe, melekler onları dövüyor ve zorla:

    — Yiyin.. Deyip yediriyorlardı.

    — Bunlar kimlerdir?.

    Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:

    — Bunlar, ümmetin içinde insanların gıybetini edenlerdir. Bundan sonra, bir kavim gördüm; yüzleri siyah, gözleri mavi idi.

    Alt dudakları ayaklarına inmişti; üst dudakları da alınlarına bitiş mişti. Ağızlarından kan ve irin akıyordu. Bir ellerinde ateşten şişe var; bir ellerinde de ateşten kadeh.. Ağızlarından akan kan ve irin şişe içine girip kaynıyor. Melekler de onlara:

    — îçin..

    Diye zorluyordu. Kadehleri doldurup içmek istedikleri zaman, onun kaynar şiddetinden, murdar kokusunun kötülüğünden, dayanamayıp himar gibi bağınyorlardı. O melekler ise, onları dövüyor, zorluyor ve içiriyorlardı.

    — Bunlar kimlerdir?.

    Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:

    — Bunlar şarab içenlerdir.

    Bunlardan başka bir kavim daha gördüm; dilleri enselerinden çıkmış, suretleri domuz suretini almıştı. Altlarından ve üstlerinden onları azap sarmıştı.

    — Bunlar kimlerdir?.

    Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:

    — Bunlar, ümmetinden yalan yere şahidlik edenlerdir. Hakkı iptal edip Allah'ın kullarına zulüm edenlerdir.

    Bunlardan başka bir güruh gördüm. Karınları şişip aşağı sarkmıştı. Ellerine ve ayaklarına köstek vurmuşlardı. Ayağa kalkmak istedik leri zaman, karınlarının büyüklüğünden kalkamıyor; yere yıkılıyorlardı.

    — Bunlar kimlerdir?.

    Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:

    — Bunlar faiz alanlar ve insanların mallarını zulüm yollu yiyenlerdir. Yani: Ümmetin arasında.

    Bundan sonra, bir kısım kadınlara rasladım. Bunların yüzleri kara olmuş; vücutlarına ateşten elbiseler giydirmişlerdi. Ateşten topuzlarla melekler onlara vuruyorlardı. Köpekler gibi de uluyorlardı.

    Bunların kimler olduğunu sordum; Cebrail şöyle anlattı:

    — Bunlar öyle kadınlardır ki, zina eder ve kocalarına eza cefa ederler.

    Bunlardan başka birtakım kimseleri gördüm ki, bunları ateşten bıçaklarla boğazlıyorlardı. Tekrar diriliyorlar, tekrar boğazlıyorlardı Daima böyle bir azab ediliyorlardı.

    — Bunlar kimlerdir?.

    Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:

    — Bunlar, ümmetinden haksız yere adam öldürenlerdir.

    Bunlardan başka bir zümre daha gördüm ki; havada asılı duruyorlardı. Kulaklarından, burunlarından ve ağızlarından ateşler çıkıyordu. Her birine şiddetli sert iki melek verilmişti. Her meleğin elinde yetmiş budaklı ateşten sopa vardı. Bu sopa ile, daima ve hiç durmadan o taifeye azab ediyorlardı. Şu -manalı- teşbihi okuyorlardı:

    — Kadir Muktedir, Allah sübhandır. Düşmanlarından intikam alan Allah sübahandır. Yüce sultan Allah sübhandır.

    — Bunlar kimlerdir?.

    Diye sordum, Cebrail şöyle anlattı:

    — Bunlar, dilleri ile iman izhar edip kalbleri küfür ve nifak dolu olan münafıklardır.

    Bundan sonra, bir bölük kavme rasladım. Gördüm ki: Bu taife ateşten bir vadide hapsolmuşlar; ateş bunları yakıyor. Ama tekrar tazeleniyorlar; yani: Vücutları yerine geliyor, yine ateş yakıyor. Böylece azab olunuyorlar.

    — Bunlar kimlerdir?.

    Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:

    — Bunlar analarına, babalarına itaat ve tazim etmeyip asi ve karşı gelen kimselerdir.

    Bundan sonra bir bölük kavme daha rasladım. Bunlar göğüsleri üzerine ateşten tabaklar koymuşlar; melekler de onlara sopalarla vurup azab ediyorlar.

    — Bunlar kimlerdir?.

    Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:

    — Bunlar, ümmetinden saz çalıp halka name söyleyip mutriplik edenlerdir.

    Bundan sonra, korkunç bir gürültü işittim.

    — Bu gürültü nedir?.

    Diye sordum; Cebrail bana şöyle anlattı:

    — Cehennemin kenarından bir taş içine düştü. Üç bin yıldır, aşağı doğru gidiyordu; şimdi dibine vardı. Onun gürültüsü.»

    Bu taş üzerine şöyle beyan olundu'

    — Adam başı kadar bir taşı dünya semasından salıversen; yirmi dört saatte yere iner. Halbuki bu mesafe beş yüz yıllık yoldur. Bundan düşün ki, adam başı kadar taş yirmi dört saatte beş yüz yıllık yol alınca; o büyük taş üç bin yılda nekadar yıllık yol alır?. Bunu düşünüp cehennemin derinliği nekadardır anla. Buna göre de, cehennemden Yüce Hakka sığın.

    Resulüllah S.A.V efendimizin anlattıklarına devam edelim: —«Bundan sonra bir başka vadiye vardım; buradan kötü kokular ve sevimsiz sesler geliyordu.

    — Bu ne kokudur?.

    Dedim: Cebrail bana şöyle anlattı:

    —- Cehennemin kokusudur. Hele dinle, ne söylüyor.

    Dinledim cehennem şöyle diyordu:

    — Ey benim Rabbım, bana söz verdiğin kullarını gönder. Benim zincirlerim, dikenlerim, bukağılarım, zekkumlarım, kızgın sularım,

    irinlerim ve daha başka azaplarım; ayrıca yılanlarım ve akreplerim gayet çoğaldı. Derinliğim gayet derin oldu. Artık bana vaad ettiğin kullarını gönder türlü azaplarla onlara azap edeyim. Onun bu dileğine karşılık Yüce Hak şöyle buyurdu:

    — Ey cehennem, bu işleri sana bırakacağım. Bana şirk koşan herkesi, beni ve peygamberlerimi inkâr eden kâfirleri, habis olanların her erkek ve dişisini, zalim olup kıyamete iman etmeyenleri sana atacağım.

    Yüce Hakkın bu vaadine cehennem razı oldu ve şöyle dedi:

    — Razı oldum ya Rabbi.

    Bundan sonra bir vadiye vardım. Burnuma güzel kokular geJdi.

    — Bu güzel kokular nedir?.

    Diye sordum, Cebrail bana şöyle anlattı:

    — Burada Firavundun karısını keseleyen kadının ve kızlarının kabri vardır. Buraya cennet yemişleri gelmiştir. Bu güzel koku o cennet yemişlerinin kokusudur.

    Bu keseci kadının hikâyesi şöyledir:

    — O keseci kadın, Musa'ya a.s. gizlice iman getirmişti. İmanını daima gizler; hiç duyurmazdı.

    Her zaman olduğu gibi bir gün, Firavun'un kızının saçlarım altın tarakla tarıyordu. Tarak elinden düştü: eğilip alırken yavaşça:

    — Bismillah. (Allah'ın adı ile..)

    Diyerek tarağı aldı. Ama, ağzından çıkan bu ses açıktan çıktı ve ne dediği belli oldu. Firavun'un kızı onun dediğini işitince; şöyle sordu:

    — Allah..

    Diye andığın babam mıdır?.

    Ama, o keseci kadın artık imanını gizlemeden şöyle anlattı:

    — O andığım şanı büyük Allah'tır. Benim, senin, babanın Rabbı ve halikıdır. Öyle yüce Haktır ki, nimeti her yana yaygındır; ondan başka ilâh yoktur.

    Onun böyle demesine karşılık Firavun'un kızı şöyle dedi:

    — Senin babamdan başka Rabbın var mıdır?. Keseci kadın şöyle anlattı:

    — Senin baban mahluktur. Benim Rabbım senin babanı ve cümle mahlukatı yaratan "tek yaratıcıdır. Daimî varlıktır; evveli ve âhiri yoktur.

    Kız şöyle dedi:

    — Şimdi babama haber vereyim mi ki, sana ceza versin?. Korkmuyor musun?.

    Keseci kadın, kızın bu sözüne karşı şöyle dedi:

    Haber ver, ne yapmaya gücü yetiyorsa yapsın. Bundan sonra kız gelip babasına haber verdi. Firavun o keseci kadını getirtip şöyle sordu:

    — Senin benden başka rabbın var mıdır?. Keseci kadın şu cevabı verdi:

    - Evet vardır. Seni yaratan ve sana bunca nimetleri veren Alemlerin Rabbıdır!.

    Firavun, keseci kadına öfkelendi ve şöyle dedi:

    — Tez bana secde et. Ve bana:

    — Rabbım'sın.

    De... Yoksa seni, şimdi şiddetli azab ile azaba sokar ve helak ederim.

    Keseci kadın Firavun'un o sözüne karşılık şöyle dedi:

    — Ne türlü azab etmek istersen et. Benin azabın dünya azabıdır. Ölür, kurtulurum. Rabbımın nimetine ve lutf u keremine mazhar olurum. Ben hak dinimden dönmem. Bin canım olsa dahi, hepsini dinimin yolunda feda ederim.

    Bundan sonra, Firavun o kadının kocasını ve çocuklarını getirtti; tekrar tekrar zorladı ve şöyle dedi:

    — Dininizden dönün, yoksa hepinizi öldürürüm.

    Daha başka tehditler de savurdu; korkutmaya çalıştı. Ama o keseci kadın ve kocası hiç korkmadılar; şöyle dediler:

    — Biz, dinimizde sabit kalacağız. Sen ne çeşit azab etmek istersen et.

    Bundan sonra Firavun, bir büyük kazan içine su doldurttu. Altına da ateş -yaktırdı. Su şiddetle kaynamaya başladı. Emir verdi: Keseci kadının ve kocasının çocuklarını ellerini ve ayaklarını bağlattı Sonra onlara hitaben, şöyle dedi:

    — Şimdi bana tapın. Yoksa cümlenizi kazanın içine atar; öldü rürüm.

    Şu cevabı verdiler:

    — Bildiğinden geri kalma, hemen kazanın içine at.

    Firavun emir verdi; önce kocasını o kaynar kazanın içine attılar; haşlanıp öldü. Bundan sonra, çocuklarını peş peşe kazana attırıp öldürdü. Kadının yeni doğan bir çocuğu vardı; en sona onu bıraktı. Çocuğunu getirtti ve kadına şöyle dedi:

    — Bana tapacak mısın?. Yoksa bunu da atayım mı?.

    Keseci kadın bunun üzerine bir ah çekti; içinden şöyle geçirdi:

    — Kalbimde imanımı gizleyeyim. Firavun'u dil ucu ile aldatayım. Yeter ki, bu masum kurtulsun.

    îşte bu anda, Vahid Ferd Samed Yüce Hak o çocuğa konuşma ihsan eyledi; söylemeye başladı.

    Bu şekilde sabi iken konuşan on bir çocuk vardır; onların biri de budur.

    Şöyle konuştu:

    — Anacığım, sabret; bırak beni de ateşe atsınlar. Bizim için cennet hazırlandı. Çünkü, sen hak üzeresin; Firavun da batıl üzeredir. Bir nefes sabret; bu fani âlemden halâs olur; ebedî nimete ve sonsuz zevke vâsıl oluruz.

    Firavun o çocuğun söylediğini işitince:

    — Tez kazana atın.

    Dedi; o masumu da kazana attırdı.

    Bunun üzerine o keseci kadın, Firavun'a hitaben şöyle dedi:

    — Bunca zamandır kızının saçlarını tararım. Sende hakkım vardır; bunun için senden bir dilekte bulunacağım, kabul eyle.

    Firavun sordu:

    — Ne istersin?.

    Keseci kadın şöyle anlattı:

    — Acele olarak beni de kazana atın. Bundan sonra bir çukur kazın. Beni ve kocamı, çocuklarımı hepimizi o çukura doldurun; üzerimizi toprakla örtün. Bizi, birbirimizden ayırma.

    Keseci kadının bu dileğini Firavun kabul edip onu da kazana attırdı.

    Sonra, bir çukur kazdırdı. Hepsini o çukura doldurdu.

    Daha topraklan üzerine tamamen örtülmeden, Gani Kerim Rahman ve Rahim olan Yüce Allah ki, onun nimeti her şeye şamildir ve kendisinden başka ilâh yoktur; cennat-ı aliyattan tabaklar içinde türlü yemişler ve hediyeler gönderdi. Rahmet çeşidi ile onları lütfuna mazhar eyledi, işte bu güzel kokular, o yemişlerin kokularıdır.

    Bundan sonra bir vadiye vardım; orada latif rüzgâr esiyor ve güzel kokular geliyordu. Gayet tatlı sesler duyuluyordu. Sordum:

    — Bu sesler neyin sesidir?. Ve ne söylüyorlar?. Bu latif rüzgâr ve güzel kokular .neyin kokusudur?.

    Cebrail şöyle anlattı:

    — Cennetin rüzgârı ve kokusudur. Hele dinleyin; neler söylüyor, anlarsınız.

    Dinledim; cennet şöyle diyordu:

    — Ey benim Rabbım, bana vaad ettiğin kullarını gönder. Köşklerim, kalın ve ince dibalarım, ipeklilerim, döşemelerim, incilerim, cevherlerim, altınlarım, gümüşlerim, misklerim, anberlerim, yaygılarım, ibriklerim, kâselerim ve çeşit çeşit yemişlerim, bal, süt, şarap, su ırmaklarım, hurî, gılman, vildanlarım ve hesaba gelmeyen nimetlerim gayet çoğaldı. Vaad alan kullarını gönder ki türlü nimetlerinle nimet-lendirip ikramınla ikram edeyim. Türlü türlü lütuflarınla muazzez ve muhterem edeyim.

    Cennetin bu dileğine karşılık Yüce Hakkın şu güzel hitabı geldi:

    — Ey Cennet, istediklerini sana göndereceğim. Bana iman getirip tevhid eden, resullerime inanıp tasdik eden, yararlı amel işleyip bana şirk koşmayan, erkek ve kadınları sana göndereceğim. Her kim benden ve azabımdan korkarsa, gerçekten ben onu azabımdan emin ederim. Her kim, muradını, maksudunu, hacetini bana tazarru ve niyazla açarsa., onun hacetini kabul ederim; muradını ve maksudunu veririm. Her kim bana borç verirse., (borçtan murad: Allah rızası için

    .fakirlere çaresizlere, muhtaçlara verilen sadakalar ve Hak yolunda hayır için harcanan mallardır) ona kat kat mükâfat veririm. Her kim işlerini bana bırakır; eümle işlerini bana ısmarlayıp tevekkül ederse; onun bütün işlerine yeterim. Allah, ancak benim: benden başka ilâh yoktur. Ben, cümle vaadimi yerine getiririm. Vaadimden dönmek ol

    maz. Gerçek şu ki: Bütün müminler felah bulmuşlardır. Yaratıcı olarak da en güzel Allah'ın şanı pek yücedir. Bu güzel hitab üzerine cennet şöyle dedi:

    — Razı oldum, ya Rabbi.»

    Ve.. Resulüllah S.A.V efendimiz, Mescid-i Aksa'ya varıncaya kadar nice nice acaip işler gördü. Ancak, meşhur olanlar bu kadardır; dola yısı ile bu kadarla yetiniyoruz.

    Resulüllah S.A.V efendimiz şöyle devam buyurdu:

    —«Bundan sonra Beyt-i Makdis'e gittik. Gördüm ki; semadan melekler nazil olmuşlar. Onlar beni karşıladılar ve izzet sahibi Rabbım dan bana türlü türlü ikram ve nice nice nimetlerin müjdesini verdiler.

    Beni şöyle diyerek selâmladılar:

    — Selâm sana ey evvel, selâm sana ey âhir, selâm sana ey Hâ şir..

    Bu deyişle bana saygılar sundular. Cebrail'e dedim ki:

    — Bu meleklerin bana yaptığı saygı selâm ne biçim bir saygıdır?. Evvel, Âhir, Haşir Âlemlerin Rabbı Allah'tır.

    Cebrail şöyle anlattı:

    — Ya Resulellah, kıyamet günü herkesten evvel sizin ve ümmetinizin kabri yarılacaktır. Bu manada size:

    — Ey Haşir.

    Dediler. O gün, en evvel siz şefaat edeceksiniz; en evvel makbul olacak şefaat da sizin şefaatmızdır. Bu manada size:

    — Ey Evvel.

    Dediler. Dünya âleminde siz cümle peygamberlerin âhirisiniz, ümmetiniz de cümle ümmetlerin âhiridir. Bu manada size:

    — Ey Âhir. Dediler.. Sonra..

    Melekleri geçip Mescid-i Aksa'nın kapısına geldim. Burak'tan indim; Cebrail Burak'ı oradaki bir halkaya bağladı. Nebiler ve Resuller, bineklerini o halkaya bağlarlardı.

    Nebiler ve resuller beni karşılayıp tazim ve tekrimde bulundular.»

    Nebilerin ve resullerin, Resulüllah S.A.V efendimizi karşılaması hakkında iki rivayet vardır.

    Biri şöyledir:

    — Yüce Hak, peygamberleri habibi Resulüllah S.A. efendimizi tazimle karşılamaları için diriltti; onlar, cesetleri ile hazır oldular.

    Ancak, meşhur ve zahir olan rivayet odur ki: Onlar latif ruhları ile hazır oldular.

    Resulüllah S.A.V efendimizin anlattıklarına devam edelim: —«Onları gayet muazzam, mübeccel ve münevver gördüm. Cebrail'e onların kim olduklarını sordum; bana. şöyle anlattı:

    — Kardeşlerin, babaların nebiler ve resullerdir. Onlara selâm ver. Onlara selâm verdim; birlikte Mescid-i Aksa'ya girdik. Kamet

    okundu. Kendi kendime:

    — Acaba kim imam olacak?.

    Diye gözlerken, Cebrail elimden tuttu; sonra şöyle dedi:

    — Siz öne geçin; imam olun. Çünkü, en faziletli ve en keremli sizsiniz.

    Ben..de öne geçtim; cümle nebilere ve resullere imam oldum; iki rekât namaz kıldım.»

    Ulema, burada kılınan namaz hakkında çeşitli görüş belirtti.

    — Acaba ne şekil bir namazdı?.

    Diye.. Na'file namaz olsa, nafile namazı: Cemaatle kılmak meşru' değildir.

    Yatsı namazı olsa., o zaman: Yatsı namazı farz olmamıştı. Kaldı ki; yatsı namazı dört rekâttır.

    Bu hususta muhakkik âlimlerin kavli şudur:

    — Resulüllah S.A. efendimizin Mescid-i Aksa'da kıldığı namaz; her semada imam olup kıldığı ve Beyt'ül - Mamurda kıldığı namaz; sidre-i müntehada bütün meleklere imam olup kıldığı namaz kendi özellikleri arasındadır. Âlemlerin Rabbı Yüce Allah'ın fermam ile kılmıştır.

    Resulüllah S.A.V efendimizin anlattıklarına devam edelim: —«Namazdan sonra arkamı mihraba, yüzümü de enbiyaya döndürdüm; onlarla konuştum. Her peygamber, kendisine ihsan olunan Rabbanî nimetler dolayısı ile Yüce Rabba sena etti. Ben de, Yüce Hakkın ihsanı, keremi olan üstün nimetlerinden, güzel lütuflanndan ötürü Rabbıma sena ettim.

    İbrahim a.s. sena edip şöyle dedi:

    — Hamd ü sena o yüceler yücesi, ulu Allah'a ki, beni halil eyledi; bana büyük mülk verdi.

    Musa a.s. senasında şöyle dedi:

    — Hamd ü sena o yüceler yücesi ulu Allah'a ki, vasıtasız benimle konuştu. Benim elimle Firavun'u ve hempalarını suda boğdurdu, îsrailoğullanna necat, ihsan eyledi. Benim ümmetimden bir kavim kıldı ki, bunlar Hakka hidayet olunur; hakla adalet ederler ve Yüce Hakk'm rızası için amel işlerler.

    Bundan sonra bavud a.s. sena etti ve senasında şöyle dedi;

    — Hamd ü sena o Yüce Hakkın zatına ki, büyük bir mülkle beni melik eyledi. Bana Zebur kitabım ihsan eyledi. 'Demiri elimde mum kadar yumuşak eyledi. Dağları ve kuşları bana müsahhar etti. Onlar, benimle teşbih okurlardı.-Bana şeriat ilmi, güzel konuşmak ihsan ve ita eyledi.

    Bundan sonra, Davud'un oğlu Süleyman a.s. sena etti ve şöyle dedi:

    — Hamd ü sena o Kadir Kayyum Allah'a ki, bana rüzgârları müsahhar eyledi. Cinni ve şeytanları müsahhar eyledi; dilediğimi yaptırdım. Bana kuşların ve hayvanların dillerini bildirdi. Nice kulları Büzerine beni faziletli kıldı. Bana öyle büyük bir mülk verdi ki; benden başkası öyle mülke sahib ve nail olmadı, olamaz. Bundan sonra îsa a.s. sena etti; şöyle dedi:

    — Hamd ü sena o Yüce Yaratıcıya kî, Adem'i topraktan yarattığı gibi, beni de babasız ve maddesiz:

    — K Ü N (OL.)

    Emri ile yarattı. Bana Tevrat'ın ve İncil'in ilmini ve şeriatın ilmim Öğretti. Benim duamla, gözsüzlere göz ve hastalara şifa ihsan eyledi; ölüleri diriltti. Beni ve anamı lain Şeytanın mekrinden emin kıldı. Beni diri olarak semaya çıkardı.

    Bundan sonra, onlara şöyle dedim:

    — Hepiniz, Âlemlerin Rabbına sena ettiniz; ben de sena edeyim. Ve., başladım:

    — Hamd ü sena o Gafur Rahim Gani Kerim Celâl ve îkram sahibi zata ki; beni âlemlere rahmet, bütün insanları sevindiren ve çekindiren resul olarak gönderdi. Bana öyle bir kitap gönderdi ki, onun içinde her şeyin beyanı vardır. Benim ümmetimi cümle ümmetlerden hayırlı kıldı. Benim ümmetimi orta ümmet eyledi. Benim sinemi yardı; benden günahı kaldırdı. Benim zikrimi yüce kıldı. Beni cümle yaratılmışların FATİH'İ ve cümle nebilerin SONUNCUSU eyledi.

    Bu senamdan sonra İbrahim a.s. şöyle dedi.

    — Bu FATİH'lik ve SONUNCU olmakla cümle nebiler üzerine faziletli kılındınız.»

    Makamat rivayetinde şöyle anlatıldı:

    — Resulüllah S.A, efendimiz Beyt-i Makdis'e vardığı zaman, bütün nebiler ve resuller kendisini karşılayıp merhabaladılar. Çeşitli Övgülerle övdüler. Üzerine tabak tabak nurlar saçtılar. Burak'ın Önünde, taa, Mescid-i Aksa'ya kadar yürüdüler.

    Bundan sonra, Resulüllah S.A. efendimiz Burak'tan indi. Cebrail a.s. Burak'ı bağlayınca, durdular.

    Sonra, Resulüllah S.A.V efendimize hitaben, şöyle dediler:

    — Ya Habibellah, mescidin içine önce siz girin. Resulüllah S.A. efendimiz onlara şöyle dedi:

    — Siz, benden evvel peygamber gönderildiniz; Öne geçmeye, siz benden daha lâyıksınız. Onun için siz önce giriniz.

    Bunun üzerine, şanı yüce izzet sahibi Rabb'm şu hitabı geldi:

    — Ey Habibim, insanları davet için bu vücud âlemine cümleden sonra teşrif edip risaletle ayrı bir mevki kazandın. Ama ketm-i ademde vücud bulan cümleden evvel ve kıdemli olan sensin. Onların hepsi senin nurundan yaratıldı. Önce içeri girmeye sen daha lâyıksın. Sen gir.

    Bu hitab üzerine, Resulüllah S.A.V efendimiz, Cebrail ile beraber içeri girdi. Sonra, nebiler ve resuller içeri girdiler.

    Bundan sonra, Cebrail ezan Dokuyup kamet getirdi.

    Resulüllah S.A. efendimiz imam oldu. Nebiler, resuller ve hazır olan mukarreb melekler Resulüllah S.A. efendimize uyup iki rekat, namaz kıldılar.

    Bundan sonrasını Resulüllah S.A. efendimizden dinleyelim: —«Namazı bitirdikten sonra, sırrıma hitab, derunuma ilham olundu:

    — Şimdi dua vaktidir; ümmetine dua et.

    Diye.. Bunun üzerine, yüce dergâha el açıp tazarru ve niyaza baş ladım. Zaif ümmetimin necat ve selâmetleri, af ve mağfiret olunma ları için dua ettim. Cehennem ateşinden halâs olmalarını taleb ettim. Orada bulunan bütün nebiler, resuller ve hazır olan mukarreb mel ler de duama:

    — ÂMİN!

    Dediler. Tam bu anda kalbime şöyle bir nida geldi:

    — Ey Habibim, oturduğun yer, Mescid-i Aksa; gecen, Miraç gecesi; dua eden, senin gibi sanlı peygamber ve Allah'ın sevgilisi; duana:

    — ÂMİN!.

    Diyenler de, bütün nebiler, resuller, mukarreb melekler; dua ettiğin zat ise., merhametliler merhametlisi, keremliler keremlisi, cüm leyi hidayet nuruna erdiren celâl ve ikram sahibi Allah'tır. Duaların makbul olacağına, ümmetinin günahları bağışlanacağına ve azaptan necat bulacaklarına şüphe yoktur, izzetime, celâlime yemin ederim ki, onlara rahmetimi ihsan eyledim. Cemalimi müşahede ile müşerref olmağı onlara hil'at eyledim.»

    Allahım, son nefesimizi imanla kapa. Seni görmeyi bize nasib eyle. Ya Rahim, ya Rahman, peygamberin Muhammed S.A. hürmetine. Âmin! Ya Hannaıı, ya Mennan..

    Resulüllah S.A. efendimiz devamla anlatıyor:

    —«Bundan sonra, Cebrail dışarı çıktı. (Döndüğü zaman) elinde üç kâse vardı. Bunların birinde süt, birinde şarap, diğerinde de su vardı. Onları bana sundu:

    — Bunlardan birini seçip için.

    Deyince, ben sütü alıp içtim; ama dibinde biraz kaldı. Cebrail'e kâseyi verdiğim zaman, bana şöyle dedi:

    — İslâm fıtratını seçtin.

    Sonra hatiften bana bir seda geldi:

    — Ya Muhammed, kâsedeki sütü tamamen içseydin; ümmetinden hiç kimse cehenneme girmeyecekti.

    Bunun üzerine Cebrail'e şöyle dedim:

    — O kâseyi bana ver; içinde kalan sütü içip bitireyim. Cebrail şöyle dedi:

    — Ezelde takdir olunup Umm'ül - Kitab'a yazılan yerini bulur ve buldu ya Resulellah.»

    Ulema şöyle anlattı:

    — Resulüllah S.A. efendimizin, miraç gecesi Kâbe-i Mükerreme'-den doğruca semaya gitmeyip önce Beyt-i Makdis'e varıp oradan Miraca çıkması babında on yedi fayda vardır.

    Biz, burada o on yedi faydayı beyana kalksak uzun olur; ancak biz onlardan ikisini beyanla yetineceğiz.

    BİRİNCİSİ:

    Resulüllah S.A. efendimiz, semaya doğruca Mekke'den gidip miraç eyleseydi; sonra da bunu ümmetine haber verseydi; bilhassa inad-laşanlan ilzam etmek hem müşkil, hem de zor olurdu. Ama Resulüllah S.A. efendimiz:

    — «Önce-Beyt-i Makdis'e vardım; ondan sonra semaya uruc ettim.»

    Buyurdu. Resulüllah S.A. efendimiz bu haberi verdiği zaman, inadlaşanlar yine iıkâr etti. Bunun için şöyle dediler:

    — Eğer gittihse, Beyt-i Makdis'in, Mescid-i Aksa'nın şeklini ve oluşunu bize haber ver. Biz, daha önce oraya gitmişiz, biliriz. Senin daha önce oraya gitmişliğin yoktur. Eğer durum bizim gördüğümüz gibi ise., bizim gördüğümüze uygun cevap verirsen, biz de inanırız. Bu gece uyanık olarak, Kudüs'e gidişini anlattığını da bilir inanırız.

    Resulüllah S.A. efendimiz onların suallerine doğru cevap vermek ve oranın şeklini olduğu gibi anlatmak sureti ile onları ilzam edip susturdu. Miracını böylece isbat eyledi.

    Bu durumu biraz daha açalım..

    Resulüllah S.A. efendimiz, miraç edişinin ertesi gün; durumu haber verdiği zaman inkâr ettiler. Şöyle dediler:

    — Şayet oraya vardınsa Mescid-i Aksa'nın durumunu bize anlat Onların bu teklifi karşısında, Resulüllah S.A. efendimiz mütahay

    yir oldu. Çünkü, orada nebilerin ve resullerin güzel sohbeti ile müte îezziz olup daldığından; Mescid-i Şerife bakmamıştı. Tam bu anda Cebrail geldi ve şöyle dedi:

    — Sübhan olan Yüce Hakkın sana selâmı var. Bana emir verdi; Mescid-i Aksa'yı önünüze getireceğim. Ona bakın; sorduklarına cevap verin.

    Ve.. Mescid-i Aksa'yı Resulüllah S.A.V efendimize gösterdi. Allah-ü Taâlâ'nm kudreti ile Mescid-i Aksa'yı karşısında hazır görünce sevindi ve inadlaşanlara:

    — «Sorun.»

    Buyurdu. Onlar sordukça, Resulüllah S.A.V efendimiz isim ve resim şekli ile haber verdi. Meselâ:

    — Direkleri kaç tanedir?

    Diye sordular. Resulüllah S.A.V efendimiz, her direği vasfı ile anlattı. Ebru taşı mıdır; mermer midir?.. Vasfına göre bir bir ayarı etti. Her direğin aralığı nekadar ise., onu da anlattı. Bunun üzerine şöyle dediler:

    — Oraya gittiğinde şek ve şüphe yoktur. Biz, defalarca gittiğimiz halde, onu bu şekilde anlatmaya gücümüz yetmez.

    işte., onlann bu ikrarları ile, kendilerini ilzam edip miracını isbat eyledi.

    İK İ N C İ S İ :

    O yer ki Beyt-i Makdis'tir; mahşer yeri orası olacaktır. Ruz-ü cezada cümle mahluk o yerin üzerinde toplanacaktır. Bu sebepledir ki, Allah-ü Taâlâ, Habibi, Resulü, cümleden ulu kıldığı Muhammed S.A.V efendimizi pak cesetleri ile oraya getirdi. Mübarek ayaklarını dünya âleminde o yerin üstüne bastırdı. Ta ki: Kıyamet günü olup o yerde cümle mahluk toplanıp haşroldukları zaman; Resulüllah S.A.V efendimizin daha önce, hayat âleminde o yere basması hürmetine, kendisini tasdik eden ümmetine orada durmak kolay gele. O yerin dehşetinden ve şiddetinden emin oiaîar.

    O yerin üzerinde bulunan durak elli duraktır; her durakta biner yıl kalınacaktır. Böylece o gün, elli bin yıllık vakit olur.

    Resulüllah S.A. efendimizin hürmetine; oralarda ümmetinin durmasını Allah-ü Taâlâ kolay eder. Böylece onlar, o günün cümle dehşetinden ve şiddetinden selâmet bulur, salim olurlar.

    Amin! Resullerin efendisi, Âlemlerin Rabbı Yüce Allah'ın Habibi ve müttakilerin imamı hürmetine.. Allah-ü Teâlâ ona salât ve selâm eylesin.

    Tekrar Resulüllah S.A. efendimizin anlattıklarına dönelim; şöyle buyurdu:

    — «Bundan sonra, Cebrail elimden tuttu; beni dışarı çıkardı. Çıkar çıkmaz bir merdiven gördüm. Bir ucu sahrada, bir ucu da

    semaya ulaşmış bitişmişti. Bir tarafının direği kırmızı yakuttan, bir tarafının direği de yeşil zümrüttendi. Ortasındaki basamakların biri altından, biri gümüşten, biri inciden ve her basamağı bir başka cevherdendi. Türlü türlü süsler ve bezeklerle bezenmiş beş yüz basamaktı; gayet de güzeldi. Ondan güzel bir şey görmedim.»

    O merdiven, meleklerin yoluydu. Semadan yere ve "yerden semaya inip çıkan melekler; o merdivenden inip çıkarlardı. Ölüm meleği Azrail ruhları almak için, o merdivenden teşrif ederdi. Âdemoğulları-nın ruhları da oradan çıkar. Mümin kulun ölümü yaklaştığı zaman, Yüce Hak, o merdiveni gösterir; Azrail'in indiğini görür. O merdiveni seyre dalar; sekerat-ı mevti artık duymaz. Tıpkı, Züleyha'yı ayıplayan kadınlar parmaklarını kestiklerinden haberdar olmadıkları gibi..

    Yusuf a.s. ile Züleyha'nın hikâyesi aşağıdadır.

    Bazı kadınlar:

    — Züleyha, yanındaki genci seviyor.

    Diyerek, kendisini ayıpladılar. Bunun üzerine, Züleyha o kadınları davet etti. Yusuf'e de şöyle dedi:

    — Seni, onların yanında içeri çağırdığım zaman gel; bir mikdar dur.

    Bundan sonra, o kadınlara şöyle dedi:

    -- Sizinle turunç yiyelim.

    Sonra, her birinin eline birer turunç, birer tane de keskin bıçak verdi. Onlar turuncu keserken, Züleyha Yusuf'u çağırdı.

    Yusuf içeri girip bir mikdar durdu. O kadınlar Yusuf'un güzelliğini ve cemalini görünce, hayran oldular. Her bîri, turuncu kestim zannı ile ellerini bir kaç yerinden kestiler; fakat hiç acısını duymadılar. Taa, Züleyha Yusuf'u dışarı gönderinceye kadar.. Sonra.. Züleyha, o kadınlara sordu

    — Bu elinizdeki kan nedir?.

    Kadınlar bakıp kanlan gördükleri zaman, şaşırıp şöyle dediler:

    — Elimizi kesmişiz; hiç duymadık.

    Onlar, Yusuf'u gördükleri zaman, ellerini kestiklerinin farkında olmadıkları gibi; o Kerim Rahman olan Yüce Mevlâ mümin kullarına o merdiveni gösterip o merdivenin güzelliği ile meşgul eder; ölüm acısını duyurmaz. Bundandır ki, ölünün gözü açık kalır. Zira o, merdivenin seyrinde iken, ruh çıkar. Ruh çıktıktan sonra da, gözün" kapamak onun için mümkün olmaz; açık kalır.

    Allahım, bize ölüm acısını kolay eyle. Son nefesimizi imanla kapa.

    ÂMİN!.

    Sonrasını Resulüllah S.A.V efendimiz şöyle anlattı:

    —«Cebrail beni kanadı üzerine aldı. Sağundan ve solumdan melekler beni sardı. O merdivenden semaya doğru çıktık.»

    Bu hususta gelen bir rivayet şöyledir:

    — Resulüllah S.A.V efendimiz miraç için orada bulunan bir taşa bastı. O taş, Resulüllah S.A.V efendimizin mübarek ayağı altında pamuk gibi yumuşadı. Halen, Resulüllah S.A.V efendimizin ayak izi, o taşın üzerinde mevcuttur.

    Resulüllah S.A.V efendimiz, mübarek ayağını o taşın üzerinden kaldırmak istediği zaman, Allah'ın izni ile o taş Resulüllah S.A.V efendimizi yukarı kaldırdı. Bu sırada, merdivenin basamağı da eğildi; taşla beraber oldu.

    Resulüllah- S.A.V efendimiz, ayağını taştan alıp merdivene bastı ve:

    —«Dur, ey taş.»

    Buyurdu. Bastığı basamak, Resulüllah S.A.V efendimizi alıp yerine yükseldi. Sonra öbür basamak eğilip geldi; Resulüllah S.A. efendimizi aldı yerine yükseldi. Sonra üstündeki basamak eğilip geldi; Resulüllah S,A. efendimizi alıp yerine yükseldi. Sonra, onun üstündeki basamak eğilip geldi; Resulüllah S.A.V efendimizi alıp yerine yükseldi. Taa, semaya varıncaya kadar, Resulüllah S.A.V efendimiz bu şekilde yükseldi.

    Cennat-ı aliyatın köşk ve saraylarının derece halleri bu basamaklar daki durum gibidir.

    O taş, Resulüllah S.A.V efendimizin:

    — «Dur.»

    Emr-i şerifine itaat ederek öylece boşlukta kaldı. Şu anda dahi, o taş öylece boşlukta durur. Onu görüp ibret almak gerekir.

    O, bir taş iken, Resulüllah S.A.V efendimizin emrine itaat ve inkı-yad ederek halâ öyle durur. Bu şanlı ümmetine yakışır mı ki: Yüce Hak tarafından, Habib-i Ekrem'i S.A.V efendimize itaat ,ve inkıyad em

    ri almış oldukları; ona muhalefetten men ve nehy olundukları halde itaat etmeyip muhalefet edeler.

    Bu manayı düşünmelidir. İbret alınmalı; Resulüllah S.A.V efendimizin yüce emrine, hidayet sünnetine tabi olmalı; ona tam itaat ile dünyanın ve âhiretin rüsvaylığından ve azabından kurtulup iki cihanın saadetine ermek için çalışıp gayret göstermelidirler.

    Allah-ü Taâlâ, cümlemize başarısını arkadaş eylesin.

    Bir başka rivayette şöyle anlatıldı:

    — Resulüllah S.A.V efendimiz, o taştan Burak'a bindi; Burak'la semalara yükseldi.

    Bir başka rivayette ise, Resulüllah S.A. efendimiz şöyle anlattı: —«O merdivenin başında ulu bir melek gördüm; o melek iki elini açacak olsa, yedi kat yer ve yedi kat gök iki eli arasında mahvolur, O melek bana selâm verdi; sevgi gösterdi. Sonra şöyle dedi:

    — Ya Resulellah, Âdem'den a.s. yirmi beş bin sene evvel yaratıldım. O zamandan beri sizi istikbal için; tam bir sevgi ve daima size salâvat ile meşgul olarak bu makama kudümünüzü bekliyorum. Allah'a hamd olsun; bu devlete bu gece erdim.

    O melekten ayrıldıktan sonra, bir deryaya vâsıl oldum. O deryanın iki yüz sene yolluk kalınlığı vardı. O derya Allah'ın kudreti ile asılı duruyor; bir damla dahi su damlamıyordu. Karada ve denizde nekadar mahluk varsa, o deryada- mevcud idi. Gayet de dalgalı idi.»

    Derler ki:

    — Güneşe bkıldığı zaman, görünen titreşimler, o denizin dalga-larmdandır.

    Resulüllah S.A. efendimizin anlattığına devam edelim:

    —«Bundan sonra, yel hazinesine eriştim. Yelin yetmiş bin muhkem zinciri vardı; pekçe bağlanmıştı. Yetmiş bin melek, onu tutup zaptediyorlardı.

    Bundan sonra, düriya semasına eriştim. Onu, Allah-ü Taâlâ yeşil zümrütten yaratmıştı.»

    Bir başka rivayette ise şöyle buyurdu:

    — «Su ile dumandan yaratmış..»

    Resulüllah S.A.V efendimiz, bu semanın ismi için, bir rivayette: —«R e f i a.»

    Denildiğini anlattı; bir başka rivayette ise: —«R e k î a.»

    Denildiğini anlattı. Bu semanın hazinedarı için ise, şöyle anlattır —«ismail'dir. Ki bu: Meleklerin peygamberlerindendir.» Resulüllah S.A. efendimiz, bundan sonra, semalara ulaşmasını anlatıyor.

    BİRİNCİ SEMA

    Resulüllah S.A. efendimiz şöyle buyurdu:

    —«Birinci semaya eriştim. Cebrail birinci semanın kapısını vurup:

    — Aç!.

    Diye seslendi. O kapının adına:

    — Bab-ı Hıfz. (Koruma kapısı.)

    Derler. Kızıl yakuttan bir kapıdır. O kapının kilidi incidendir. İçeriden, o kapının bakıcısı olan İsmail; öyle bir ses çıkardı ki. öylesini hiç işitmedim:

    — Bağırıp da:

    — Aç!. Diyen kimdir?.

    Dedi; Cebrail ona cevap olarak:

    — Cebrailim. Deyince, bu sefer:

    — Ya yanındaki kimdir?. Diye sordu. Cebrail:

    — Muhammed'dir. Deyince, tekrar sordu:

    — Ona peygamberlik verildi mi?. Onun sorusuna da, Cebrail:

    — Evet, ona peygamberlik verildi. Deyince İsmail tekrar sordu:

    — Buraya gelmesi için, taleb ve davet olundu mu?. Onun bu sorusuna da Cebrail şöyle cevap verdi:

    — Evet, davet olundu. Bundan sonra, İsmail şöyle dedi:

    — Merhaba, hoş geldin; ne güzel bir gelici geldi. Ve., kapıyı açtı.»

    Bir rivayette, şöyle anlatıldı:

    — Resulüllah S.A.V efendimiz, Mescid-i Aksa'daki taştan Burak'a binip semaya yükseldi. Yerden semaya kadar olan mesafe, beş yüz yıllık yoldur. Her semanın kalınlığı beş yüz yıllık yoldur. Her iki semanın aralığı da beş yüz yıllık yoldur.

    Resulüllah S.A.V efendimizin anlattıklarına devam edelim: —«Bu semadan içeri girdiğim zaman, İsmail'i bir heybet içinde buldum. Nurdan bir kürsî üzerine oturmuştu. Önünde, sağında, solunda ve ardında kendisini yüz bin melek sarmış duruyordu. Her meleğin de ayrıca yüz bin tane askeri vardı. İsmail ve beraberinde olanlar şu teşbihi okuyorlardı:

    — Pek yüce sultan zatı, noksan sıfatlardan tenzih ederim. Üstün ve büyük olan zatı, noksan sıfatlardan tenzih ederim. Hiç bir şey, kendisinin benzeri olmayan zatı, noksan sıfatlardan tenzih ederim,

    Ona selâm verdim; selâmımı aldı ve bana tazim eyledi. Bundan sonra, bir bölük melâike gördüm. Hepsi de, kıyamda huşu ile durmuşlardı. Şu teşbihi okuyorlardı:


    — Noksan sıfatlardan tam manası ile temizdir. Mukaddes olmakta tam mukaddestir. Rabbımızdır. Meleklerin ve ruhun Rabbıdır.

    Cebrail'e sordum:

    — Bu meleklerin ibadeti bu mudur?. Şöyle anlattı:

    — Bunlar yaratılalıberi, böyledir; kıyamete kadar da böyle kıyamda duracaklardır. Yüce Hak'tan dile: Bu ibadeti ümmetine nasib eylesin.

    Dua ettim; Yüce Hak, o ibadeti ümmetime nasib eyledi. Namazda bulunan kıyamınız odur.

    Bundan başka, sudan ve rüzgârdan yaratılan melekler gördüm. Üzerlerine tevkil edilen meleğin adına:

    — Raad.

    Derler. Bu melek, bulutlara ve yağmurlara müekkeldir. (Yani: Yağmuru yağdırmak ve bulutlan o yana çevirmek bunun görevidir.) Şu teşbihi okuyorlardı:

    — Mülkün ve melekûtun sahibi Yüce Zat, tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.

    Gök gürültüsü ve şimşek, o meleğin sesinden çıkar.

    Dünya semasında hiç boş yer kalmamıştı. Her dört parmak yerde bir melek, alnını secdeye koymuş Yüce Hakkı teşbih ve tehlil ediyordu.

    Orada bir melek gördüm; insan suretinde idi. Belinden aşağısı ateş, yukarısı da kardı. Ateş kara yapışmıştı; aralarında hiç bir ayırıcı yoktu.. Böyle iken, ne ateş karı eritiyor; ne de kar ateşi söndürüyordu. O meleğin gözünden yaş akar; ağlar ve şu teşbihi okurdu:

    — Ey ateşle karın arasını bulan; mümin kulların kalblerini de birleştir; aralarında ülfet ihsan eyle.

    Cebrail'e sordum:

    — Bu melek kimdir ve neden ağlar?. Diye., şöyle anlattı:

    — Bu bir melektir, ismine:

    — H a b i b.

    Derler. Günah işleyen ümmetinizin günahlan için ağlar; af ve mağfiret diler.

    Bundan sonra, Âdem'i a.s. dünyada olduğu surette gördüm. Nurdan libaslar giymiş; nurdan taht üzerine oturmuştu.

    Yüce Hak, ölenlerin ruhlarını ona arz ettiriyordu. O da mümin kulun ruhunu gördüğü zaman sevinip şöyle diyor-

    — Temiz bedenden temiz ruh.

    Sonra, onun için af, mağfiret diler; dua ve rahmet dileği ile tazarru eder, yalvarır.

    Bundan sonra, melekler o ruhu alıp yüceler yücesine götürürler. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruldu:

    —«Gerçek şu ki: iyilerin amel kitapları illiyyindedir.» (83/18) Kâfirlerin ve münafıkların ruhları ona arz olunduğu zaman, üzülür şöyle der:

    — Habis bedenden habis ruh.

    Beddua eder. Bundan sonra melekler o ruhu alıp siccine götürürler. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruldu: ,

    — «Gerçek onların sandığı gibi değil; kötülerin kitabı siccindedir.» (83/7)

    Cebrail'e sordum:

    — Bu kimdir?.

    Diye., bana şöyle anlattı:

    — Babanız Âdem'dir; ileri var ona selâm ver.

    Ben de ileri varıp selâm verdim. Selâmımı tazimle aldı:

    — Merhaba salih oğul, salih nebi. Senin gibi bir oğlu bana hibe eden Allah'a hamd olsun.

    Böylece bana" hoşgeldin etti. Onun bu övgüsüne karşııık göyle dedim:

    — Bana, senin gibi bîr baba hibe eden Yüce Allah'a hamd olsun. Bundan sonra, tekrar Âdem a.s. sena e'tti ve şöyle dedi:

    — Allah'a hamd olsun. Sana bu şekilde büyük kerametlerle ikram eyledi. Seni neslimden getirdi. Yüce Hak, sana türlü nimetlerini ve ikramlarını artırıp daim ve baki kılsın.

    Onun bu hamdine ve senasına karşılık ben de şöyle dedim:

    — Celâl ve ikram sahibi Allah'a hamd olsun. Seni kudreti ile topraktan yarattı. Ve seni melekleri omuzunda semaya taşıttı. Seni kıble edip bütün melekleri sana doğru secde ettirdi. Senin için, cenneti mubah eyledi.

    Bunun üzerine Âdem a.s. şöyle dedi:

    — Anlattığın nimetlerin ihsanı bana olsa dahi, yine sen benden daha faziletlisin. Zira o kerametler ve nimetler sizin nurunuz alnımda bulunması hürmetine ve o latif nuruna izaz ikramdı.

    Bundan sonra bana çok şeyler söyledi; en sonunda şöyle dedi:

    — Benden itibaren, size nübüvvet gelinceye kadar, çocuklarımın binde biri cennete'konuldu; dokuz yüz doksan dokuzu da cehenneme girdi. Ne zaman ki siz, âlemlere rahmet olarak resul gönderildiniz; senin ümmetinden binde biri cehenneme girdi. Dokuz yüz doksan dokuzuna cennet ikram olundu. Yüce Hak, ism-i şerifini senin ism-i şerifine eş kılıp henüz dünyaya gelmeden şerefini cümleye beyan edip açıkladı.

    Âdem a.s. şu teşbihi okuyordu:

    — Yüceler yücesi zat sübhandır: Bol gani zat sübhandır. Allah'a hamd olsun, noksan sıfatlardan münezzehtir. Allah-ü Taâlâ sübhandır; bağışlanmamı dilerim.


    Gördüm ki, Âdem'in a.s. sağ canibinde bir kapı var. Oradan güzel koku gelmektedir. Oraya bakar mesrur olur; güler. Sol yanında bir kapı daha var. Buraya da bakıp mahzun olur; ağlar. Cebrail'e sordum:

    — Bu nasıl kapılardır?. Şöyle anlattı:

    — Sağındaki kapı cennete açılır. Saidlerin ruhları oradan cennete gider. Sağ tarafına bakınca onları görüp şad olur. Solunda olan kapı cehenneme açılır. Şakilerin ruhları oradan cehenneme gider. Sol tarafına bakınca onları görüp mahzun olur.

    Sonra, bir melek gördüm. Horoz suretinde idi. Gayet büyük başı yüce arşla beraber olmuştu. Ayakları yedi kat yerden aşağı idi. îki kanadı vardı. Onları açtıği zaman, meşrıkla mağribi doldururdu. -O meleğin makamı: Sidre-i Münteha olup tafsili inşaallah orada gelecektir.- O meleğin vücudu beyaz inciden; ibikleri kızıl yakuttan yaratılmıştı.»

    Beneksiz beyaz noroz beslemekte büyük faydalar ve güzel hassalar vardır. Bunun sırrı ve hikmeti de, o meleğe benzemesindendir. Besleyenin yalnız kendi evinin değil; komşularının dahi, afetlerden ve musibetlerden korunmalarına sebeb olur.

    Bu manada, Resulüllah S.A. efendimizin şöyle buyurduğu rivayet olundu:

    —«Beyaz horoz benim dürüst dostumdur. Cebrail'in dahi arkada-şi ve dostudur. Düşmanım şeytanın da düşmanıdır. Beslendiği evin sahibini ve çoluk çocuğunu, civarında bulunan dokuz evin hane halkını korur.»

    Ancak, bu beyaz horozda şart şudur: Hiç beneği olmayıp halis beyaz olacaktır. Eğer ibiği iki çatal gül ibikli olursa., bu horozun faydası daha çoktur. Nitekim bu manada Resulüllah S.A. efendimiz şöyle buyurdu:

    —«Çatal ibikli beyaz horoz benim habibim ve sevdiğimdir. Habl-bim Cebrail'in dahi habibidir. Bulunduğu evin sağından dört, solundan dört, önünden dört, ardından dört cem'an on altı evi ve içinde olan ehillerini afetlerden ve musibetlerden korur.»

    Bu hadîs-i şerifi, Enes'ten r.a. naklen Ebüşşeyh çıkarıp rivayet etmiştir.

    Bir başka hadis-i şerifi de Beyhakî rivayet eder. Bunun ravisi İbn-i Ömer r.a. olup Resulüllah S.A. efendimizin şöyle buyurduğunu anlatır:

    —«Horoz, namaz vakitlerim Allah'ın kullarına bildirir. Her kim,, evinde beyaz horoz tutup beslerse; o kimseyi üç şeyden korur:

    a) Şeytanın şerrinden.

    b) Büyücünün şerrinden.

    c) Kâhinlerin şerrinden..»

    Ancak, beyaz horoz besleyenler, onu kesmekten kaçınmalıdırlar..

    Feth'ül - Kadir'de bu işi deneyenlerden şöyle anlatıldı:

    — Beyaz horoz kesenin hali kederden yana boş olmaz, îmam-ı Salebi, Imam-ı Dümeyrî'nin Hayat'ül - Hayvan adlı kitabınd
     
    bitirim*** bunu beğendi.

Sayfayı Paylaş