Lutz Pfannenstiel

Konusu 'Konu Dışı' forumundadır ve dragox tarafından 23 Ekim 2014 başlatılmıştır.

Watchers:
Başlığı izleyen kişi sayısı 1 user .
  1. dragox
    Offline

    dragox Üye

    Katılım:
    12 Şubat 2011
    Mesajlar:
    520
    Beğenileri:
    953
    Ödül Puanları:
    103
    Cinsiyet:
    Bay
    Meslek:
    BESYO- Nasm cpt- Corrective exercises
    Yer:
    İstanbul
    Lutz Pfannenstiel Alman kalecinin ilginç hikayesi. Çayınızı alıp okumaya başlayın bence:)

    lll-555x308.jpg

    Lutz Pfannenstiel sıradan bir kaleci değil. O altı farklı kıtada 25 farklı takımda oynayıp 400 maça çıktı. Takım arkadaşları tarafından ayakkabıları yere çivilendi. Kuala Lumpur’da DJ’lik yaptı. Singapur’da bir hapishanede 101 gün işkence gördü. Kalbi üç dakika durmasına rağmen hayata geri döndü. İşte onun inanılmaz hikâyesi…

    “Singapur’un en acımasız hapishanelerinden birinde 101 gün kaldım. Ne yatak vardı ne de tuvalet… Katillerle ve tecavüzcülerle aynı hücredeydim. Neredeyse her gün dayak yedim. Burnum iki kere kırıldı. Kaşıma ve çeneme dikiş atıldı. Bana tecavüz etmek istediler.”

    “İki hafta geçtikten sonra bir adam yardım etti. Bana ‘Onlara karşılık vermelisin yoksa asla durmazlar’ dedi. Daha önce hiç kavgaya karışmamıştım ama aradan 10 gün geçtikten sonra karşıma kim çıktıysa canına okudum. Adeta delirmiştim. Bunu görünce benimle daha fazla uğraşmadılar. İşin en kötüsü de suçsuz olduğum halde hapiste olmaktı.”

    Yukarıda okuduklarınız Esaretin Bedeli filminin repliklerinden değil! Bu, Lutz Pfannenstiel’in inanılmaz hayat hikâyesinin küçük bir kısmı. Bunların yanı sıra kalbinin üç dakika durduktan sonra hayata geri dönmesi, mafya tarafından taş yağmuruna tutulması, ırkçılık sonrası Johannesburg macerası, iş batırmaları, hızlı arabalar, daha hızlı kadınlar, komaya girmesi ve DJ’lik yapması da var.

    Bir de unutmadan; futbol! Pfannenstiel kariyerinde 25 farklı takımda oynadı ve yaklaşık 400 kez maça çıktı. Alman kaleci, altı farklı kıtada top oynamış tek futbolcu unvanına da sahip. Ermenistan’dan Arnavutluk’a, Bavyera’dan Brezilya’ya, Yeni Zelanda’dan Namibya’ya, Notthingham’dan Norveç’e… Tabii Wimbledon’daki Crazy Gang’te geçirdiği dönemden bahsetmemek olmaz!

    “Gittiğim hiçbir yerde ev almayı düşünmedim” diyor Lutz. “Aklımda hep bir otobüs almak vardı.” Futbol tarihinin en ilginç hikâyelerinden birinin kahramanı için bile fazla marjinal bir durum bu!

    “Birkaç kadının yanına gidip ‘Selam o…pular’ dedim”

    Lutz Pfannenstiel’in kariyerine bakıldığında Alman kalecinin gittiği takımları gözleri kapalı bir şekilde dart tahtasına ok fırlatarak seçtiği düşünülebilir. 1973’te Bavyera’da dünyaya gelen Lutz’un küçükken en büyük hayali Maracana’da oynamaktı. Futbola yaşadığı şehrin takımı Bad Kotzting’de başladı ve Almanya genç milli takımlarında forma giydi. 18 yaşındayken Bayern Münih’ten teklif aldı ama başka hedefleri uğruna bunu reddetti.

    “Yedek kalmak istemiyordum. Daha sonra bir scout, Penang’ta (Malay Yarımadası’ndan bir eyalet takımı) oynamak isteyip istemediğimi sordu. Bana 5 bin dolar ve bir araba teklif ettiler. Ben de orada biraz tecrübe kazanıp Avrupa’ya dönmeye karar verdim.”

    Lutz, Malezya’da gündüzleri yaklaşık 40 bin taraftarın önünde maça çıkıyor, geceleri ise Kuala Lumpur’da bu sayının neredeyse iki katı kadar insanın bulunduğu bir gece kulübündeDJ’lik yapıyordu.

    “DJ’likte iyi olduğum söylenemez ama Almanya’dan getirdiğim CD’lerdeki şarkıları Malezya’da hiç kimse bilmiyordu. Herkes çıldırmış gibi dans ediyordu. Küçüklüğümden beri yeni diller öğrenmeyi, dinler keşfetmeyi ve yeni kültürlerle tanışmayı seviyorum. 1994’te Wimbledon’dan teklif aldım ve hiç düşünmeden kabul ettim.”

    Joe Kinnear ve Terry Burton, Lutz’un varlığından bir scout aracılığıyla haberdar olmuştu. Penang tecrübesi, Alman kaleciye hayatla ilgili yeni şeyler öğretmiş olsa daCrazy Gang’le yüzleşmeye henüz hazır değildi!

    “Benim için sürpriz olmuştu. Her zaman İngiltere’de oynamak istemişimdir ancak takımla ilk antrenmanıma çıktığımda büyük hayal kırıklığı yaşadığımı söyleyebilirim. İki kalenin bulunduğu bir parkta idman yaptığımız sırada kulüp tesislerinde iki yaşlı kadın yemek yapıp bulaşık yıkıyordu. Yine de kulüple haftalık kontrat imzaladım, Kilburn’de kaldım, rezerv takımda oynadım. Kısacası hayatta kalmama yetecek kadar para biriktirdim.”

    Ancak Lutz, kaçınılmaz olarak Dons’ların çılgın dünyasına kurban gitmekten kurtulamayacaktı.“Gary Blissett ve Mick Harford bana çok iyi davrandı. Bir keresinde beni içmeye götürdüler ve neredeyse ölüyordum! O günden beri ağzıma alkol koymuyorum. İngilizcem de iyi olmadığından takım arkadaşlarımdan bir şeyler öğrenmeye çalıştım. Ancak ağızlarından çıkan üç kelimeden ikisi küfür olunca ilerletebildiğimi söyleyemem! Tam bir gangster gibiydim.”

    “Bir keresinde yemeğe çıkmıştık ve karşı masada iki kadının bana baktığını fark ettim. Gary bana ‘İngiliz kadınları kibar yabancılardan çok hoşlanır’ deyip yanlarına gittiğimde söylemem için bir cümle önerdi. Ben de dediğini yapıp yanlarına gittim ve kibarca ‘Selam o…pular. Ben Almanya’dan Lutz’ dedim. Kızlar az kalsın boğuluyordu! Alçaklar bana o kelimenin başka anlama geldiğini söylemişti. Neyse ki kadınlar durumu anladı ve Gary’ye birkaç güzel küfür sarf ettiler.”

    “Bir keresinde de kendime yeni bir çift ayakkabı almıştım ancak soyunma odası zemini kirli olduğundan yedek kulübesine koydum. Takım arkadaşlarım bundan pek hoşlanmadı ve ayakkabıları yere çiviledi. Ben de eve yalınayak dönmek zorunda kaldım. Gidip bir bakmak lazım; belki ayakkabılar hâlâ orada duruyordur!”

    “Fince çok zor bir dil. Sadece üçe kadar sayabiliyorum”

    Pfannenstiel, Wimbledon’da kadroya girmekte zorlanıyordu ancak rezerv takımla çıktığı bir maçta Nottingham’a karşı sergilediği performans sayesinde kendini bir anda City Ground’da buldu. “Ancak menajerimiz Mark Crossley’yi tercih etti ve ben de Güney Afrika’ya gittim.”

    Lutz’un Orlando Pirates’ta oynamak için Johannesburg’a gitmesi, ırkçılık döneminin bitişine denk gelmişti. Yine de ülke siyasi olarak bir belirsizlik içindeydi “Ortalık çok gergindi. İnsanlar birbirine acımasızca davranıyor, siyah ve beyaz ırktan olanlar zıt köşelerde birbirine düşman şekilde yaşıyordu. Bizim takımdaki oyuncuların da hepsi siyahtı ve beyaz olduğum için beni fazla sevmiyorlardı. Ancak Avrupalı ve liberal olduğumu öğrendikten sonra rahatladılar. Ben de her gittiğim statta müthiş taraftar önünde maça çıkmaktan büyük keyif aldım.”

    Aslında birçokları maçlara çıkmaması yönünde tavsiyelerde bulunuyordu fakat bunlara hiç kulak asmadı.

    “Şehrin suç oranı en yüksek bölgesindeki bir otelde kalıyordum. Bana ‘Dışarı çıkarsan seni vururlar’ dediler. Ancak bir hafta sonra artık canıma tak etti ve kendimi dışarı attım. Neyse ki insanlar beni tanıyordu ve başıma bir şey gelmedi.”

    Sezon bittiğinde kendini bu kez bambaşka bir iklimde buluverdi: Finlandiya.

    “TPV ve Haka takımlarında oynadım. Hava çok soğuk olsa da keyifli zamanlar geçirdim. Finlandiya insanı çok sıkıcı ve soğuktu ancak içki içtikten sonra size duymak bile istemeyeceğiniz türden şeyler anlatıyorlar. Ayrıca konuştukları dil de çok zor. Yalnızca üçe kadar sayabiliyorum ve birkaç küfür biliyorum, hepsi bu.”

    Finlandiya’da istediği kadar para kazanamayan Lutz, ertesi sezon Almanya İkinci Lig takımlarından Wacker Burghausen’e transfer oldu. Ancak orada beklediği ortamı bulamayan kalecinin hayatını değiştirecek teklif 2000’de geldi. Bu kez istikamet,Singapur’un Geylang United takımıydı.

    Lutz, ülkenin en büyük takımlarından biri olan Geylang’te ilk 11’in değişmezleri arasına girecek ve tam anlamıyla süperstar olacaktı. Orada ünlü bir moda markası için modellik yapmaktan ünlü televizyon kanallarına İngiltere Premier Ligi’ni yorumlamaya kadar birçok işe imza attı.

    “Birkaç haftada adeta zirve yapmıştım. Başta taraftarlar olmak üzere bütün insanlar beni çok seviyordu. Singapur halkı adeta ölene kadar dans ediyordu. Ben de lüks araba ve güzel kadınlarla çevrili bir hayat yaşıyordum. Her şey çok güzel gidiyordu ancak bir anda yerle bir oldu.”

    “İdam cezasına çarptırılmış birinin kaybedeceği bir şey yoktur”

    Lutz için kâbus, Hintli bir adamın benzin istasyonundan ona yaklaşmasıyla başladı. Kaleciyi tanıyan adam, yavaşça yanına gelip bir sonraki maçta takımın ne yapacağını sormuştu. “Ben de her zamanki gibi ‘İyi durumdayız ve bu maçı kazanacağız’ dedim. Taraftarlarla aramda geçen sıradan bir konuşma gibiydi.”

    Bu olaydan iki hafta sonra, aynı adam bu kez bir restoranda Lutz ve arkadaşlarının oturduğu masaya geldi. İkili, yine takımın bir sonraki maçını konuşmaya başladı. “Bu kez ‘Onları mahvedeceğiz’ dedim.” Üçüncü karşılaşma ise bu kez bir alışveriş merkezi yakınlarında gerçekleşti. Lutz yine iddialı bir şekilde takımının şampiyon olacağını söylemişti. “O günden sonra adamı bir daha hiç görmedim.”

    O sıralar Singapur futbolu çalkantılı bir dönemden geçiyordu ve ülkenin her yerinde geniş çaplı bir soruşturma yapılıyordu. Bir pazar günü, Lutz Avusturyalı takım arkadaşı Mirko Jurilj’le birlikte televizyon izlerken kapı çaldı.

    l5-555x328.jpeg

    “Kapıyı arkadaşım açtı. Aradan bir saniye geçmemişti ki aldığı yumrukla kendini yerde buldu. Dört kişi içeri girdi ve evimi darmaduman etti. Bana daha sonra polis olduklarını söylediler. Bütün olanlar bir film sahnesi gibiydi. Ben ‘Ne arıyorsunuz?’ diye sordum. ‘Para ve bahis kuponu’ diye cevap verdiler. ‘Param bankada ve bahis oynamıyorum’ dedim. Hatta ‘Lambamı kırmayı unuttunuz. Belki onun içinde para vardır’ diyerek şaka bile yaptım. Onlar da bunun üzerine lambamı kırdı ama hiçbir şey bulamadılar.

    Kahkahalar uzun sürmemişti. Pfannenstiel ve Jurilj tutuklanmış, 48 saat gözaltında tutulmuş ve aralıksız işkenceye maruz kalmıştı.

    “Azılı bir suçlu gibi sorguya çekilmiştim. Fiziksel şiddete maruz kaldım, çıplak şekilde hücreye atıldım, hatta parmaklarımı bile kırmaya çalıştılar. Bana sürekli aynı soruları sordular; ben de hep reddettim. Sonra o Hintli adam ortaya çıktı. Onu tanıdığımı söyledim ve birkaç kâğıt imzaladım. Polis bana hapse gireceğimi söyledi ama ben inanmadım. Ona ‘İyi dinle o….. çocuğu; kafayı mı yediniz? Ben suçsuzum’ dedim.”

    Gözaltı dönemi bittikten sonra Lutz, Geylang forması giymeye devam etti. O sezonun son sekiz maçının yedisini gol yemeden tamamladı. Birkaç hafta önce yaşadığı skandalı atlattığını düşünürken ligin son maçından sonra polis tarafından tutuklandı.

    “Bana ‘sözlü anlaşmayı bozmak’ suçundan hapse gireceğimi söylediler ama böyle bir suç yok! Bahisçi, maçları kazandığımız takdirde oynadığı bahisten elde edeceği paradan pay almayı kabul ettiğimi söylemiş. Sonuçta ‘onun sözüne karşı benim sözüm’ durumu vardı. Ayrıca ben zaten maçları kazanmak için sahaya çıkarım. Böyle bir teşvik parasına ihtiyacım yok.”

    Duruşmada Lutz lehine konuşan birçok tanık vardı. Bahisçiyi ise yalnızca kendi avukatı savunuyordu. Ancak ne olduysa Alman kaleci, maçlarda fazla iyi oynadığı için suçlu bulundu ve hapis cezasına çarptırıldı. “Mahkemede herhangi bir para teslimatı olmadığını bile ispatlamıştık.” Anlaşılan tüm bunlar aklanması için yeterli değildi veLutz, Queenstown Prison Hapishanesi’ne gönderildi.

    l9.jpg

    “İdam cezasına çarptırılmış birinin kaybedeceği bir şey yoktur. Bu yüzden onlarla kavga ederken çok dikkatli olmalısınız. Orada her gün insanlar ölüyordu. Gezegendeki en kötü yer olduğunu söyleyebilirim.”

    “Hayata dönmüştüm ama saatlerce komada kaldım”

    Lutz, içeride geçirdiği 101 günün ardından girdiği yalan makinesi testinde aklanınca serbest bırakıldı. Bu dönemde 16 kilo vermiş ve zihinsel olarak dengesiz bir moda girmişti.

    “Çıktığımda büyük bir kutlama yaptık ancak ben hapishanenin etkisinden henüz kurtulamamıştım. Ne zaman birinin bana baktığını görsem onu öldüresiye dövmek istiyordum. Bir festivalde bira içen birini tehdit etmiştim. O halimle insanları korkutuyordum.”

    Daha sonra Pfannenstiel, İngiliz sevgilisiyle Bradford’a taşındı. “Yorkshire’ı çok sevdim. Huddersfield’la haftalık sözleşme imzalamıştım ve Lou Macari’yle Joe Jordanbana ellerinden geldiğince yardımcı oldular. Onlara hapishane geçmişimden bahsetmedim ama sanırım onlar zaten bunu biliyorlardı.”

    “Orada daha önce Liverpool’da forma giymiş Trevor Staunton diye biri hayatımı değiştirmeme yardım etti. Bana yeniden doğru düşünme fırsatı verdiğini söyleyebilirim.”

    O sıralar kendini İngiliz futboluna hazır hissedememiş olacak ki bu kez yaklaşık 17.500 km uzağa, Yeni Zelanda’ya transfer oldu. “Bir arkadaşım orada yaşıyordu. Benim de tek isteğim biraz futbol oynamak, Spor ve Turizm Yöneticiliği sektöründe çalışma yapmaktı. Bunun için toplamda 48 saat süren bir uçuşla oraya gittim. Manchester’dan Londra’ya, oradan Los Angeles’a, ardından Auckland’a ve son olarak da Dunedin’e… İki saatlik bir uykunun ardından da kulübe gittim.”

    Deneme antrenmanında o kadar iyiydim ki 40 dakika boyunca neredeyse çekilen bütün şutları kurtardım. Beni izleyen başkanın bile ağzı açık kalmıştı. Ona gidip ‘Şimdi bana ne kadar ödemek istediğinize karar verin’ dedim. Antrenman sonrası 24 saate yakın uyudum. Ertesi gün bana önerdikleri kontratla kulüp tarihinin en fazla maaş alan oyuncusu olmuştum. Ayrıca ligin de en fazla kazanan futbolcularından biriydim.”

    Ertesi beş yıl boyunca her sezonun beş ayını Yeni Zelanda Ligi’nde, geri kalanını da başka bir ligde kiralık olarak geçirdi. Ancak tiyatro henüz bitmemişti…

    Bradford Park Avenue’de oynarken bir maçta Clayton Donaldson’la çarpışması sonucu kalbi üç dakikalığına durdu.

    “İngiltere’de bir maçı durdurmak için nükleer savaş çıkması gerekir ancak o pozisyondan sonra herkes maçı bırakmıştı. Nabzım atmıyordu, ölmüştüm! Sağlık görevlisi beni üç kez hayata döndürdü ancak saatlerce komada kaldım. Doktorlar zihinsel yetilerimi kaybedebileceğimi bile söylediler. Sonra bir anda komadan çıktım. Her şey bulanıktı. Bir anda maçın devam ettiğini sandım ve hemşireye dönüp ‘Beni hemen buradan çıkarın! 2–1 öndeyiz’ diye bağırdım. Hemşire bana maçın durdurulduğunu söyledi. Hareket etmeye çalıştım ama kıpırdayamadım. Bir an felç olduğumu sandım ama neyse ki yatağa bağlı olduğumu fark ettim. ‘Çözün beni’ diye bağırmaya başladım. Ardından kalkıp eve gitmek için yola çıktım. Ancak yolun yarısında nefesim tıkandı ve tekrar hastaneye getirildim.”

    “Telefon rehberim İncil’den daha kalın”

    l10-555x312.jpg


    Lutz, bu olaydan 10 gün sonra tekrar maça çıktı. Ardından da kaçınılmaz olarak yolculuğuna kaldığı yerden devam etti. Norveç’e gidip Baerum’da oynadı (sorunsuz bir dönem), ardından Kanada takımlarından Calgary Mustangs (Lutz oynarken iflas etti) veVancouver Whitecaps (olağanüstü bir şehir) formaları giydi, daha sonra Arnavutluk’un ateşli seyircisi (ona taşla saldırdılar) önünde Vllaznia Shkoder formasıyla maça çıktı, bir sonraki durak Ermenistan’ın Bentonit Ijevan takımıydı. Son olarak da menajerinden gelen bir telefon yıllardır hayalini kurduğu fırsatı ayağına getirdi.

    “Bana ‘Lutz; şu ana kadar beş farklı kıtada oynadın. Bu sayıyı altıya çıkarmaya ne dersin? Brezilya’nın Atletico Ibirama takımından teklif var’ dedi. Bunu duyar duymaz çocukluğuma döndüm. Daha sonra tek hatırladığım güneş, güzel insanlar ve futbolu din gibi gören bir ülkeydi.” Pfannenstiel nihayet yıllardır hayalini kurduğu Maracana’da oynama fırsatını elde etmişti. “Hayatım boyunca bunu bekledim. İlk maçıma çıktığımda 90 dakika boyunca sırıtmıştım. Orada saatlerce durabilirdim.

    Norveç takımlarından Floy ve Manglerud Star’da oynadıktan sonra son olarakNamibya’ya gidip Ramblers’te forma giyen 36 yaşındaki kaleci, 2010 yılında futbolu bırakma kararı aldı.

    “2009’dan beri Küba’da kaleci antrenörlüğü yapıyorum. Ayrıca Ramblers’te yöneticilik, Nambiya’da da yarımcı antrenörlük yaptım.” Lutz, 2010 Dünya Kupası’nda Oliver Kahn’la birlikte bir Alman kanalında maçları yorumladı. Bu yaz düzenlenen Dünya Kupasında da görev aldı. Bunun yanında Bundesliga ekiplerinden Hoffenheim’da uluslararası ilişkiler sorumlusu ve scout olarak görev yapıyor.

    “Oyuncu izlemek benim için çocuk oyuncağı! Sonuçta dünyadaki herkesi yakından tanıyorum.” Bunu söylemekte haklı olduğunu düşünüyoruz. “Telefon rehberim İncil’den daha kalın. Geçenlerde Güney Afrika’daydım. Yakında da Meksika ve Kolombiya’ya gideceğim. Anlayacağınız benim için yolculuk hiç bitmiyor.”


    Namibya’da olduğu için telefonla konuştuğumuz Lutz, bize eğlenceli, rahat, sürekli kazanmak isteyen ve gittiği takımlarda kadroya girmekte zorlandığı için devamlı kıta değiştiren biri gibi geldi!

    “Ben futbolun küreselleşmesinin en iyi örneklerinden biriyim. Zayıf liglerde oynarken başarılı olduğumda kendimi daha üst seviyede denemek istedim ve yeni tecrübeler edinmeyi amaçladım. Bazen de kendimi gösterme fırsatı bulamadığım için takım değiştirmek zorunda kaldım. Anlayacağınız koşullar beni buna zorladı.”

    Pfannenstiel’in anlattıklarından şunu anlıyoruz ki insan bir kere yolculuğa çıktı mı bir daha geri dönmesi zor oluyor. Ve tüm bu yolculuk boyunca tam anlamıyla bir postacı gibi yaşıyor. Tabii kariyeri sonlandığında yaşadıklarını bir kitapta anlatmaması da imkânsız.

    “Dünyada benim kadar uçuş mili biriktiren bir insan daha yoktur. Ayrıca bavul hazırlama konusunda da rekor kitaplarına girmeliyim.”

    Elbette Lutz, altı kıtaya taşan yolculuğu boyunca yaptığı hatalardan da ders aldı. Birbirinden güzel şehirlerde birbirinden güzel insanlarla tanışmış olsa da kimi zaman şanssız olaylar da yaşadı. Sonuçta o evli biri… Sık seyahat etmek bazen evlilik hayatını sekteye uğratabiliyor. Gittiği her ülkede hayatını sürdürebilecek kadar para kazandı ama futbol aşkını daima ön planda tutmayı tercih etti. Ve bu, ona farklı bir bakış açısı kazandırdı.

    “Hapishane tecrübem ve kalbimin durması bana hayatta daha önemli şeylerin olduğunu gösterdi. Bunun üzerine küresel ısınmayla mücadele adına Global United Futbol Kulübü’nü kurdum. İnanın futbolun dünyada birçok şeyi kolaylıkla değiştirebileceğini gözlerimle gördüm.”

    Lutz Pfannenstiel’in hikâyesinin burada bittiğini sanıyorsanız kendinizi kandırıyorsunuz! Çünkü Alman kalecinin henüz futbol oynamadığı bir kıta var: Antarktika. “En kısa zamanda orada bir yardım maçı düzenlemeyi düşünüyorum.” Biz de FFT olarak buradan sesleniyoruz: Penguenler; dikkat edin!
     
    Lorethlorien bunu beğendi.

Sayfayı Paylaş